Bu Blogda Ara

11 Haziran 2014 Çarşamba

Mutluluğun ŞİFRESİ !

DOGAN CÜCELOGLU'NDAN BÜTÜN ANNE BABALARIN VE ÖGRETMENLERIN OKUMASI GEREKEN BIR HIKAYE!

Herkesin okuması ve mutluluğu keşfetmesi dileğiyle bu yaşanmış hayat hikayesini paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Biz üstümüze düşeni aldık, ya siz ?

Bir gün seminere baslamadan önce kisa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoslanmadigim için, yanaktan öpüselim, dedim, öpüstük. Aramizda söyle bir konusma yer aldi:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yil önce sizin bir seminerinize katildim. Hayatim degisti.

O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size tesekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasil oldu?
- Üç yil önce sirketimizin organize ettigi iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitisine dogru dediniz ki, "Bir insanin ana vatani çocuklugudur. Çocuklugunu doya doya yasayamamis bir insanin mutlu olmasi çok zordur. Bir annenin, bir babanin en önemli görevi, çocuklarinin çocuklugunu doya doya yasamasina
olanaklar yaratmaktir."Bir süre sustu, bir sey hatirlamak ister gibi düsündü, sonra konusmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarinin çocuklugunu doya doya yasamasina
olanaklar yaratmaktir." Ben bir baba olarak sizi duydugum zaman kendi kendime düsündüm: Ben bir baba olarak çocugumun çocuklugunu doya doya yasamasina firsatlar yaratiyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklima gelmedigini fark ettim. Ben ne yapiyorum, diye düsündüm.
Benim yaptigim sanirim birçok babanin yaptiginin aynisiydi. Dokuz yasindaki oglum ben isten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalisiyordu. Neden kaçmaya çalisiyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayir, neden?
- Çünkü onu görünce hemen su soruyu soruyordum. "Oglum bugün ödevini yaptin mi?" Tuhaf tuhaf bakiyor, gözünü kaçiriyor, daha da
*sikistirinca, hayir anlamina gelen, "cik" sesini çikariyordu.* Kiziyordum, söyleniyordum, "Niye yapmiyorsun ödevini!" diyordum.
Aramizda sürekli tartismalar, sürtüsmeler olusuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandi. Sanki hatirlamak istemedigi anilar vardi; onlarin üstesinden gelmeye çalisiyordu. Sonra konusmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çiktiktan sonra düsünmeye basladim. "Ben ne biçim babayim," diye kendime sordum. Seminer için geldigim*
Istanbul'dan çalisma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düsündüm; otobüste bütün gece düsündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, esimle konusayim, biz birlikte bir karar alalim. Diyelim ki bu çocuk isterse bes yil sinifta kalsin, ama doya doya çocuklugunu yasasin.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
Gerginligim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince esime dedim ki, hadi gel otur, konusalim. Yemekten sonra oturduk konustuk, çocuklar yatti biz konusmaya devam ettik. Seminerde anlatilanlari aktardim, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oglumuz var ya bizim oglumuz, o isterse bes yil sinifta kalsin, ama çocuklugunu yasasin! Simdiye kadar onun çocuklugunu yasamasiyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna biraktik. Gel simdi degistirelim bunu.
- Esiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karim hayretle bana bakti ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle sey mi olur; yok bizim ki çocuklugunu yasayacakmis!
Bizim çocuk çocuklugunu yasarken öbürküler siniflarini geçecek ilerleyecek! Öyle sey olmaz."

- Anliyorum; anne olarak çocugunun geride kalmasini istemiyor, kaygilaniyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, birakmadim, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her aksam gece yarilarina kadar karimla konustum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptin?
- Iste onu dedigi günün sabahi esofmanimi, ayakkabimi söyle kapinin yanina biraktim ise gittim; isten dönünce oglumun gözüne baktim ve dedim ki, oglum bugün doya doya oynadin mi? Bana hayretle bakti ve "Hayir!" anlamina gelen "cikk" dedi. O zaman, hadi gel beraber asagiya inecegiz, oynayacagiz, dedim. Esofmanimi giydim, ayakkabimi giydim, onunla beraber sokaga çiktik. Pencereden arkadaslari bakiyorlarmis, onlar da sokaga çiktilar; birlikte sokakta oyun oynadik. Aksam saat altidan sekiz buçuga kadar sokaktaydik. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, dus yaptik. Havluyla kuruladim, çok mutluyduk ve o günden sonra isten dönünce her gün onunla oynamaya basladim. Her gün, her gün, her gün oynadim.

Yedi gün sekiz gün sonraydi galiba, bir gün banyodan çikarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yasardi, konusamadim. Çünkü farkina vardim ki, simdiye kadar sevdigini hiç söylememisti. Düsündüm, simdiye kadar hiç söylemediginin farkinda degildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düsündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediginin farkinda olmayacaktim.
- Demek farkina vardin, seni kutlarim. Senin farkina vardigin bu durum birçok anne ve babanin farkinda olmadigi gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- Içimde bir sükür duygusu, havluyla çocugumu kuruladim ve giydirdim ve artik her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, ögretmen veli bulusmasi için okula davet etti. Daha önceki veli bulusmalarinda ögretmen, "Sizin oglunuz akilli bir çocuk, ama ödevleri kargacik burgacik yaziyor, dikkat etmiyor. Sinifta arkadaslarini rahatsiz ediyor, onlari itiyor kakiyor, lütfen onunla konusun. Ödevlerine ilgi gösterin, sinifta arkadaslarini rahatsiz etmesin. Ödevlerini dogru dürüst yapsin," demisti. O nedenle ögretmen bulusmasina gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben esime dedim ki, hadi okuldaki bulusmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek basina gideceksin, ben gelmeyecegim.
- Esiniz gelmek istemedi!*
- Hayir istemedi. Ya beraber gidelim, diye israr ettim hayir hayir sen yalniz gideceksin dedi. Ben yalniz gittim ve diger veliler geldikçe sira bende oldugu halde siranin arkasina geçtim, siranin arkasina geçtim ki baska kimse olmadan ögretmenle konusayim, diye.
Mahcup olacagimi düsünüyordum. Her seyin daha kötüye gittigini düsünüyordum. En nihayet bütün veliler ögretmenle konusmalarini bitirip gittiler.
Sira bende! Ögretmenin karsisina geçtim, bana bakti gülümsedi, siz ne yaptiniz bu çocuga, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktim. Lütfen söyleyin ne yaptiniz bu çocuga, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayir, kötü degil, dedi. "Artik sinifta arkadaslarini hiç rahatsiz etmiyor, ödevleri iyilesti, tam istedigim ögrenci oldu. Ne yaptiniz bu çocuga siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz ögretmenin karsisinda aglamaya basladim.
Inanamiyordum kulagima, içimden, vay evladim, biz sana ne yaptik simdiye kadar, duygusu vardi. Eve geldim, karim yüzüme bakti, gözlerim aglamaktan kipkirmizi. "O kadar mi kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Agladim. Daha sonra anlattim.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, tesekkür ediyorum.Benim oglumun ve onun küçügü kizimin hayatini kurtardiniz. Ailemin mutlulugu kurtuldu. Hakikaten bir insanin anavatani çocukluguymus. Anavatani mutlu olan bir çocuk çalismasini, okulunu her seyini bütün gücüyle yapar ve orada basarili olurmus.
"Gel seni yeniden kucaklayayim!" dedim. Kucaklastik.
"Çocuklar Gülsün diye!" yasayalim. Çünkü insanin anavatani çocuklugudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlik güler.
Çocuklarin gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder