Bu Blogda Ara

17 Aralık 2015 Perşembe

Dünü Kurtarmak İçin Günden, Günü Kutarmak İçin Yarından Olma!

Dünü Kurtarmak İçin Günden,
Günü Kutarmak İçin Yarından Olma!

Soğuk Bir Klozete Ürkek Bir Ceylan Gibi Oturuyorsanız Kış Gelmiş Demektir...

Soğuk Bir Klozete Ürkek Bir Ceylan Gibi Oturuyorsanız
Kış Gelmiş Demektir...

Sabrı Çok İnsanlara Dikkat Edin. Onlar Sabırları Bittiğinde Limanları Yakar, Gemileri DeğiL....

Sabrı Çok İnsanlara Dikkat Edin.
Onlar Sabırları Bittiğinde Limanları Yakar, Gemileri DeğiL....

Saldırmak Değil, Sarılmaktır Çözüm!

Saklamak değil, paylaşmak olsun özün,
Eleştirmek değil, çözüm bulmak olsun sözün,
Yıkmakta değil, yapmakta olsun gözün,
Saldırmak Değil, Sarılmaktır Çözüm!

Takvimin En Güzel Yaprağıydı Seni Tanıdığım Gün...

Takvimin En Güzel Yaprağıydı Seni Tanıdığım Gün...

Sen Yine Beni Oralarda Özle, Ben Yine Buralardan Hissederim..!!

Sen Yine Beni Oralarda Özle, Ben Yine Buralardan Hissederim..!!

Üçe Kadar Sayıyorum Diye Tehdit Ederken Bile Araya İki Buçuğu Sığdıran Vicdanlı Çocuklardık Biz !

Üçe Kadar Sayıyorum Diye Tehdit Ederken Bile
Araya İki Buçuğu Sığdıran Vicdanlı Çocuklardık Biz !

Kızınca, Kırılınca Geçiyor da; Soğuyunca Çaresi Yok !

Kızınca, Kırılınca Geçiyor da; Soğuyunca Çaresi Yok !

20 Ekim 2015 Salı

Erdal Sarızeybek Diyor ki: İNSAN inandığı Şeyler Uğruna Muhteşem Hatalar Yapabilir!


Bir hanımefendi diyor ki; 1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim.
Güzel bir kızdım.
Dünür gelmeye başladılar.
Biri avukatmış.
Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim.
Nişanlandık.
Nişanlımı seviyordum.
Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.
Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı.
(Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler.
Alt üst oldum.
Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…
Yıkıldım.
Nişanı atıp, ayrıldık.
Aradan 5 yıl geçti.
Evlenmiştim,
Bir de çocuğum olmuştu.
1924 yılıydı.
Artık ülkemiz özgürdü.
Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona.
Oğlum yanımdaydı.
Beni görünce titredi, çeketini düğmeledi.
Saygı göstererek durdu önümde.
Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.
Olur, dedim.
Bir büroya girdik.
Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu.
İçerde yardımcıları çalışıyordu.
Siz gerçekten avukat mısınız, dedim.
Evet, dedi.
Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz, diye sordum.
Durdu, başı öne eğildi.
Beni affedin,dedi.
İstanbul işgal altındaydı,
Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu.
Her şeyi didik didik arıyorlardı.
Biz de Anadoluya ,Milli kuvvetlere ancak,cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.
Bu ülke için hayati bir işti.
Bunu size bile söyleyemezdim...
BU VATANI CANLARINI VE AŞKLARINI FEDA EDEBİLENLERE BORÇLUYUZ.
İNSAN inandığı Şeyler Uğruna Muhteşem Hatalar Yapabilir

19 Ekim 2015 Pazartesi

Burçlar Sinirlenince Nasıl Olurlar

Burçlar sinirlenince;
KOÇ : Açar ağzını yumar gözünü, ağzına geleni söyler.
BOĞA : Ağlayarak konuşur, seni de üzer, kendini de.
İKİZLER: Bambaşka bir insana dönüşür, şaşırırsın.
YENGEÇ : Hayatı sana zindan eder.
ASLAN : Camı çerçeveyi indirir.
BAŞAK : Dediği lafları kaldıramazsın.
TERAZİ: Anlayışlıdır terazi pek dır dır etmez, ama konuşursa ortalık karışır.
AKREP: Kaç terket orayı!
YAY: Çok konuşur kafa şişirir neye uğradığınızı şaşırırsınız, bunalım yani.
OĞLAK: Susturmanın tek yolu koli bantı.
KOVA: Sus dinle şimdi siniri geçer.
BALIK: Ciddi şekilde dövebilir. Sonra ağlar.

18 Ekim 2015 Pazar

Stalin'in Tavuk Hikayesi

Stalin bir gün Komünist Parti ileri gelenleri ile içki masasındadır. Peş peşe içilen Votka ile kafalar iyice dumanlanmıştır. Stalin bir ara elindeki çatalı önündeki Votka şişesine vurur ve herkesi dikkatle kendisini dinlemeye davet eder. Der ki;

“ – Bana şu sorunun cevabını kim verecek, Halkın yönetime kayıtsız şartsız itaat etmesi ve liderin her dediğini onaylaması nasıl sağlanabilir?”

Tamamı çakırkeyif olmuş parti yöneticilerinin her biri kendince cevaplar verirler. Kimisi disiplin ve sertlikten, kimisi adalet ve eşitlikten, kimisi sürgün ve hak mahrumiyetlerinden, kurşuna dizmenin caydırıcılığından, toplu katliamlardan söz ederler.

Ancak Stalin verilen cevapların hiçbirini beğenmemiştir.

Masanın karşısında hazrolda bekleyen Kızıl Ordu muhafızına emir verir.

“- Çabuk bana bir tavuk getir.’’

Emir derhal yerine getirilir ve tavuk Stalin’in eline verilir. Stalin adamlarının gözünün içine baka baka başlar tavuğun tüylerini canlı canlı yolmaya. Feryadına aldırmadan tüm tüylerini yolduğu ve cascavlak bıraktığı tavuğu odanın ortasına salıverir .

“ – Şimdi dikkatle izleyin tavuğu ‘’ der. Bakalım nereye gidecek?

Zavallı tavuk bu azaptan kaçıp kurtulayım diye can havliyle dışarı kaçar,

Soğuktan tir tir titrer. Masaların altına girer, duvar diplerine koşar teleksiz, tüysüz vücudu kanatları yara bere içinde kalır... Şömineye yaklaşır tüysüz derisi kavrulur... Tavuk çar naçar biraz önce tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına girip sığınır. Stalin cebinden bir avuç yem çıkarıp birer birer tavuğun önüne atar. Stalin’in elinden yemlenen tavuk artık o nereye yönelse ardından gider. Manzarayı hayretler içinde izleyen Komünist Parti Politbüro üyelerine dönen Stalin gevrek gevrek güler ve şöyle der;

“- Gördünüz mü? Halk dediğiniz topluluk bu tavuk gibidir. Tüylerini yolup al ve serbest bırak. O zaman onları bir avuç yemle yönetmek mümkün olur.”

Bu olay ne kadar doğru bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki; tarih boyunca bütün diktatörler masum halk kitlelerini hep tüyleri yolunacak tavuklar gibi görmüşlerdir. Tüyleri yolunacak, kendilerinden başka sığınılacak bir merci bırakılmayacak ve ufak tefek ulufeler ile itaati sağlanacak tavuklar.

Elbette çağ değişti. Diktatörler birer birer devrildi. Geride kalanlar da can çekişiyor. Diktatörlük bitti ama bunun yerini ‘demokratörlük’ aldı. Demokratörlük nedir derseniz; kişinin yerine tüzel kişiliklerin, kurum ve kurulların tartışılmaz, karşı konulmaz egemenliğinin var olduğu ve bu egemenlik hakkının güya millet adına kullanıldığı yönetim şeklidir.

Millet adına karar veren hükumetler, kurum ve kuruluşlar millete danışma ihtiyacını da asla hissetmezler. Millet çoğunluğunu tüyleri yolunmuş tavuklar haline dönüştürme arzusu adeta karşı konulması imkansız bir şehvet nöbeti haline dönünce dikta aşkı değişik şekillerde nükseder. Çoğu kez tüyleri yolanlar kurtarıcı gibi algılanırlar. Onları bu şekilde takdim etmeyi görev bilen çağdaş Politbüro ise iş dünyasının önde gelen isimleri ile medya patronlarından meydana gelir.

Birey özgürlüğünü hiçleyen, toplumun adalet ve refah talebini önemsemeyen yönetimler adları ne olursa olsun birer demokratörlüktür. İktidarın seçimle el değiştirmesi o yönetimin demokrat olması için asla yeterli değildir.

Bugün içinde yaşadığımız küresel sorunların, kriz ve savaşların, kan dökücülüğün, açlık ve sefaletin temel nedeni de Batı medeniyetinin ‘demokrasi’ diye diye insanlığa dayattığı bu demokratörlük anlayışıdır. Ülkelerde bir değil birçok diktatörler ikame eden emperyalist güç odakları insanlığın kanını sülük gibi emmekle meşgul.

Küresel ekonominin kaptan köşküne kurulmuş çağdaş politbüro, dünya pazarını, finans sektörünü, banka ve borsaları yönetmekte, ülkelerin yönetimlerine ve sermaye sınıfına da Stalin’in tavuğuna verdiği cinsten yemler atmaktadır. Bu yemlere kanmayan, tüylerini yoldurmaya yanaşmayan siyasetçi ve aydınlar ise başları kesilmesi gereken tehlikeli düzen düşmanları hatta hainler olarak takdim edilmektedir.

Tam bağımsızlıktan, milli çıkarlardan, temel hak ve özgürlüklerden, insanca yaşama arzusundan, refahın yaygınlaşması ve adil dağıtımdan, onurlu yaşamdan, saygınlıktan söz edenlerin neden önlerinin kesildiğini bilmek için demokratörlüğün ne anlama geldiğini çok iyi bilmek gerekir.

Demokratörlükten gerçek demokrasiye geçiş sağlamak, ancak Hukukun Üstünlüğü ilkesi ile mümkün olabilir. Hukukun üstünlüğü ise eşitlik, adalet ve şeffaflık ile gerçekleşebilir. Açık rejimin olmadığı, karanlık ve kirli işlere bulaşanların korunup kollandığı, bazı bireylerine örtülü de olsa suç işleme lüksünü veren bir sistemde hukuktan da, adaletten de, demokrasiden de söz edilemez.

Parti kapatma davaları ile iyice gerilen ve son Ergenekon Operasyonları ile çalkalanan Türkiye’de şu soruyu sormak vakti gelmiştir sanırım:

Stalin kim ve tüyleri yolunup yemlenen tavuklar kimler?

Urfalı Kamyoncu Şaban Kaptanın Güvercin Hikayesi

Adı Şaban Türkoğlu.
Şanlı Urfa Viranşehir’de yaşıyor.
Mesleği kamyon şoförlüğü.
Kendisine ait olan kamyonuyla yurt içi ve yurt dışı çalışıyor.
Son yaptığı işten sonra geçtiğimiz ay hasta olan bir yakınını bir haftalığına Şanlıurfa şehir merkezindeki hastaneye götürüyor ve arabasını evinin önüne park ediyor.
Bir hafta sonra dönüyor.
Yeni işe çıkmak için arabasına bindiğinde bir güvercinin kamyonla kasası arasına yuva yapmış olduğunu görüyor.
Üstelikte güvercin yumurtlamış.
İşe çıkmaktan vazgeçiyor Şaban kaptan.
Tam 18 gündür yavruların doğmasını bekliyor.
Yavrular doğmadan asla kamyonu hareket ettirmeyeceğini söylüyor.
5-6 milyar zararı olduğunu söyleyenlere de;
-Allah başka bir taraftan verir inşallah.
diye cevap veriyor.

Allah Şaban kaptandan razı olsun.

Çökmüyorsa gök kubbe başımıza, Şaban kaptan gibilerinin yüzü suyu hürmetinedir.

Bu Görselde Bir Bebek Görüyorsanız Kötü Bir Haberimiz Var!

Bu Görselde Bir Bebek Görüyorsanız Kötü Bir Haberimiz Var!
Bir tür beyin testi olarak nitelendirilen bu test geçtiğimiz günlerde sosyal medyada dolaşıma girdi. Testte sorulan soru ise oldukça basit: Görselde bir bebek görüyor musunuz?


BU GÖRSELDE BEBEK GÖRÜYOR MUSUNUZ!

Sosyal medya eskiden gazetelerde, dergilerde görmeye alışık olduğumuz kişilik, görsel zeka ve IQ testlerini hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline getirdi. Neredeyse her türlü testin ‘online’ olarak bulunabildiği bu testlerden sosyal medyayı kasıp kavuranlardan bazılar ise tıpkı bu test gibi dünyaca ünlü üniversitelerin yaptığı çalışmaların sonucunda ortaya çıkıyor. Tek bir görsele bakarak psikolojik rahatsızlık duymaya meyilli olup olmadığınızı öğrenmek isterseniz, buyurun bakın.


Bir tür beyin testi olarak nitelendirilen bu test geçtiğimiz günlerde sosyal medyada dolaşıma girdi. Kısa sürede binlerce insanın ilgisini çeken ve defalarca kez paylaşılan bu tek bir resimden oluşan testte sorulan soru ise oldukça basit: Görselde bir bebek görüyor musunuz?

Biz testin ayrıntılarından bahsetmeden önce, görsele bir de yanındaki bu fotoğrafla bakmayı deneyin.
EĞER BEBEK GÖRMÜYORSANIZ…


Hala bir bebek görmüyorsanız, internet dünyasının ve Cambridge Üniversitesi ile Cardiff Üniversitesi’nin araştırmasının iddia ettiğine göre psikolojik rahatsızlıklardan şikayetçi olmaya daha az meyillisiniz, tebrik ederiz.
BEBEK GÖRÜYORSANIZ…
Eğer görsele ilk baktığınızda bir bebek görüyorsanız, ikinci karşılaştırmalı görselde ise gördüğünüzden daha da emin oluyorsanız, çalışmanın sonucuna göre ruhsal problemler yaşamaya daha yatkın olabilirsiniz.
HALÜSİNASYON GÖRMEYE YATKINLAR
Görselde bir bebek görenlerin özellikle halüsinasyon görmeye daha yatkın olabileceği de çalışmanın sonuçları arasında.
Ancak testin henüz geniş çaplı bir grup üstünde kontrol edilmemiş olması standartlaşmasının önündeki en büyük engellerden biri. 16 psikolojik rahatsızlığı olmayan, 18 de bilinen psikolojik rahatsızlıkları olan kişi üstünde yapılan testin muhtemel sonuçlarını kesinleştirebilmek için daha ileri seviyede testler yapılması gerekmekte.


18 Eylül 2015 Cuma

Eskişehir'de Deprem Paniği 19 Eylül 2015 saat 01:30

Az önce meydana gelen Eskişehir ve çevresinde hissedilen depremin merkez üssü Eskişehir Tepebaşı olup, sarsıntının şiddedi 4.0 olarak belirlendi.
19 Eylül 2015 saat 01:30'da meydana gelen depremde henüz can ve mal kaybı olup olmadığı bilinmiyor. Umarız son depremlerde ölen veya yaralanan yoktur.

Depremin merkez üssü, şiddeti ve meydana geldiği saat bilgileri
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Ulusal Deprem İzleme Merkezi'nin web sitesinden alınmıştır.

Bilecik depremi 19 Eylül 2015

Az önce meydana gelen ve Bilecik'te hissedilen depremin merkez üssü Eskişehir Tepebaşı olup, sarsıntının şiddedi 4.0 olarak belirlendi.
19 Eylül 2015 saat 01:30'da meydana gelen depremde henüz can ve mal kaybı olup olmadığı bilinmiyor. Umarız son depremlerde ölen veya yaralanan yoktur.

Depremin merkez üssü, şiddeti ve meydana geldiği saat bilgileri
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Ulusal Deprem İzleme Merkezi'nin web sitesinden alınmıştır.

Kütahya Depremi

Az önce meydana gelen ve Kütahya'da hissedilen depremin merkez üssü Eskişehir Tepebaşı olup, sarsıntının şiddedi 4.0 olarak belirlendi.
19 Eylül 2015 saat 01:30'da meydana gelen depremde henüz can ve mal kaybı olup olmadığı bilinmiyor. Umarız son depremlerde ölen veya yaralanan yoktur.

Depremin merkez üssü, şiddeti ve meydana geldiği saat bilgileri
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Ulusal Deprem İzleme Merkezi'nin web sitesinden alınmıştır.

Eskişehir Tepebaşında Deprem !

Eskişehir Tepebaşında Deprem!
Merkez üssü Eskişehir Tepebaşı olan 4.0 şiddetindeki deprem korkuya sebep oldu.
http://www.koeri.boun.edu.tr/scripts/lst9.asp

9 Temmuz 2015 Perşembe

Temel İstanbulda (fıkra)

Temel'in köyünde İstanbul'a gidip gelenler köy meydanında ellerini arkalarında bağlayıp havalı havalı dolaşırlarmış. O zamana kadar hiç İstanbulu görmemiş olan Temel bunlara çok özenirmiş. Bir gün demiş ki:
- kız fadime ben çatıkatına saklanayım bikaç gün dışarı çıkmayım sen de soran herkese Temel İstanbula gitti de olurmu?
- Fadimenin de hoşuna gider bu fikir. Tamam Temelum sen saklan dediğin olur, der.
- İki gün ortalarda görünmeyen Temeli merak eden Dursun kapıyı çalar, Fadime açar kapıyı, Temel nerlerdedur, kaç gündür ortalarda yok?
Fadime de aynen anlaştıkları gibi,
- Temel İstanbuldadır daaa, der.
ve alır başına belayı
Çünkü Temelin Dursuna borcu varmış, Dursun Temelin İstanbul'a gittiğini duyunca:
- Nasıl gider benim borcu ödemeden diye fena halde kızan Dursun Fadimeye yanaşır, tekme tokat bi güzel hırpalar. Çatı aralığından durumu seyreden Temel kısık sesle:
- Ula şimdi ben İstanbulda olmayacadım, gösterirdim sana gününü... :)))

28 Haziran 2015 Pazar

Fesinin Püskülüne FİSKE Vuran Genç (kıssadan hisse)

Biraz uzun gibi görünse de çok zamanınızı almaz. Mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum arkadaşlar. 
Osmanlı'nın son dönemleridir. İstanbul'un tenha bir semtine, henüz yeni evlenmiş bir çift gelir, yerleşir. Mütevazı bir memur olan İsmet bey, davranışları ile mahallelinin dikkatini kısa sürede üzerine çeker. Eşi Kısmet Hanım da mahalledeki kadınlarla diyalog kurmakta gecikmez.
Artık mahalleli ile iyice kaynaşan bu yeni çiftin bazı davranışları ve halleri merakın ötesinde dikkat çeker. Bir seneyi geçtiği halde iki eş arasında ciddi bir tartışma olmadığı gibi, kimsenin dikkatini çekecek bir huzursuzluk da söz konusu olmuyor. İkinci seneleri tamamlanmıştır ama aynı hal deva etmektedir.
Merakına mağlup olan ve İsmet bey ile iyi tanışan mahalleli bir beyefendi, akşam vakti işten eve dönen İsmet Beyin yolunu keser. Kısa bir hal hatırdan sonra, hemen mevzua girer.
“Merakımı bağışlayın İsmet Bey, sormadan edemeyeceğim. İşin doğrusu sadece benim değil, bütün mahallelinin merakıdır bu.” İsmet Beyin şaşkın bakışları arasında, mahalleli Bey konuşmasına ara vermeden devam eder. “Şey yani… İki senedir evlisiniz ve her şeyiniz gözümüzün önünde cereyan ediyor. Ancak şimdiye kadar eşinizle en ufak bir tartışma, sürtüşme, çatışma yaşamadınız. Biz mi göremiyoruz, yoksa hakikaten de siz bir sorun yaşamaz mısınız?”
Ansızın böyle bir soruya muhatap olan İsmet Bey, önce tebessüm eder ve ardından: “Allah iyiliğini versin, beni korkuttun. Kötü bir haber vereceksin diye tedirgin oldum” der ve derin bir soluk aldıktan sonra devam eder:
“Madem merak etmişsiniz, anlatayım. Biz evlenmeden önce eşimle bu konuda uzun uzun konuştuk ve önemli bir karar aldık. Bu kararımız sayesinde şimdiye kadar bir sıkıntı yaşamadık ve inşallah yaşamamaya da kararlıyız” der.
Başındaki fesin püskülleri sağ tarafına sarkmış olan İsmet Beyin gözlerine dikkatle bakan mahalleli bey, önemli bir şey keşfetmiş gibi hayret içinde sorar: “Nasıl bir karar bu?”
“Basit ama azimle uygulanan bir karar,” diyen İsmet Bey, anlatmaya devam eder:
“Ben akşamları eve gelirken, sinirli, gergin, huysuz, saldırgan olursam, püskülümü fesin sol tarafına atarım. Kapıyı açan eşim, püskülü sol tarafta görünce durumu hemen anlar ve “hoş geldin bey” dedikten sonra, mutfağa geçip soframı hazırlar ve ortadan kaybolur. Mümkün mertebe benden uzak durur, bana bir iş teklif etmez ve üstüme gelmemeye dikkat eder. Şayet püskül sağ tarafta ise, tıpkı şimdi olduğu gibi, sorun yok demektir. Şüphesiz ki, sinirli, gergin ve huysuz olmak ne kadar benim hakkım ise, o kadar da Eşimin hakkıdır,” diyen İsmet bey, konuşmasına devam eder:
“Akşam eve geldiğimde, eşim benim püskülüme dikkat ettiği kadar ben de onun eteğine dikkat ederim. Eğer eteğinin sol tarafını katlayıp kemer altına sokmuşsa, işler yolunda değil demektir. Selam verdikten sonra, mutfağa gider bir şeyler hazırlar, atıştırır ve ortadan kaybolurum. Etek katlanmamış ise zaten sorun yok demektir.”
Anlatılanları merak ve hayretle dinleyenlerden biri gülerek: “Valla iyi bir çözüm bulmuşsunuz, ama bir şeyi daha merak ettim, müsaade ederseniz sormak istiyorum, buraya kadar bir anormallik yok. Ancak siz akşam eve geldiğinizde, hem püskülünüz hem de eşinizin eteği sol tarafta olursa ne yapıyorsunuz? Diye sorar.
Bu soruya önce tebessümle karşılık veren İsmet bey, ardından: “bundan daha kolay bir şey olmaz, zira ben püskülün altına bir fiske indiririm ve püskül sağ tarafa geçer. Der.
Evet dostlar, evet hanımefendiler ve beyefendiler. Ya gerçekten yaşanmış veya uzmanların zihninde yaşatılmış olan bu hikaye, eşlere, özellikle de biz beylere çok şey anlatmaktadır diye düşünüyorum.
Bu kıssadan çıkarabileceğim hisseyi maddeler halinde sıralamaya çalışacağım. Bulamadıklarımı da sizler tamamlarsınız.
1)Sorunlara çözüm bulmak istiyorsak, eşimizle oturup, samimi olarak konuşmalı ve ortak kararlar almalıyız.
2)Alınan kararları her iki taraf ta, hiçbir ayrıcalık ve imtiyaz beklemeden azim ve ısrarla uygulamalıdır.
3)İki tarafın da insan olduğu ve her zaman duygularının aynı istikamette olamayacağı bilinmeli ve karşı tarafın bu durumu anlayışla karşılanmalıdır. Bu konuda tek taraflı davranılmamalı ve her zaman bir taraftan fedakarlık beklenmemelidir. Erkek kadar, kadının da sinirlenebileceği, gergin olabileceği, sakinleşmesi için zamana ihtiyacı olabileceği unutulmamalıdır.
4)Eve yorgun ve gergin gelen erkeğe, onun duyguları kale alınmadan hemen iş teklif edilmemeli veya isteklerde bulunulmamalıdır. Mutlaka ortamın yumuşaması için sağduyulu davranılmalıdır. Barutun üzerine ateş ile gidilemeyeceği, illa gidilecekse, su ile gidilmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz.
5)Ve bence en önemlisi; birinci derecede fedakar- lığı erkek üstlenmelidir. İsmet beyin sol taraftaki püskülü bir fiske ile sağ tarafa alması bunu gösteriyor. Erkekler de gururlarına bir fiske vurmalı ve ailenin saadeti ve onuru için idareciliğini ortaya koymalıdır. Her seferinde kadından fedakarlık beklemek onu psikolojik olarak yıpratır ve zamanla saldırgan hale getirebilir.
Hem kaldı ki, erkek idareci değil mi? Öyle ise durumu idare eden erkek olmalıdır. Bu görevi ilahi kader böyle taktir etmiştir. Evet idarecilik sorumluluk makamıdır. Bundandır ki, bir futbol takımı başarısız olsa, teknik direktör görevden alınır. Bir okulda sorunlar yaşanırsa, müdür, ilçede sıkıntı varsa kaymakam görevden alınır. Bir evde işler yolunda gitmiyorsa, sorumlu erkektir, demekte bir beis görmüyorum. Zira erkek idarecidir. Allah bu donanımı erkeğe vermiştir. El verir ki, gururuna bir fiske vurabilsin. Unutmayalım ki, gururuna fiske vurmayan eşler, ailenin onuruna, çocukların duygularına nasıl ağır darbeler vurduklarını er geç öğreniyorlar ama ba'del harabül Basra.

21 Haziran 2015 Pazar

Çocuk Büyüdü. Ama Bir Türlü Adam Olamadı !

Kadın hamile.
Bebek erkekmiş.
Aile mutlu, çok mutlu.
Bebek doğdu, pipisini amcalara gösterdi.
Amcalarda bayram sevinci.
Dünyanın en gerekli organını gördüler çünkü.
Bebek terledi, çırılçıplak soydular, evde, misafirlikte, mahallede böyle gezdi.
Bu hakka sahipti çünkü pipisi vardı.
Bebek biraz büyüdü.
Sünnet olacak.
Davullar, zurnalar, hediyeler...
Çocuk düşündü:
"Sanırım bu çok önemli bir organ.."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Üç beş güzel kız var gittikleri yerde, annesi babası dedi ki:
"Hangisini alayım oğlum sana?"
Çocuk düşündü:
"Sanırım karşı tarafa sormaksızın seçme hakkım var."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Çocuk acıktı, sofrasını varsa kız kardeşleri ve annesi hazırladı.
Yemek bitince topladılar.
Çocuk düşündü:
"Sanırım kızlar/kadınlar bana hizmet etmekle yükümlü."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Kalabalık bir yemek daveti, herkes masaya sığamayacak.
Erkekler ve yaşlılar masaya oturdu.
Çocuğu da masaya oturtturdular.
Annesi ve varsa ablaları yerde oturuyordu.
Çocuk düşündü:
"Sanırım önemli olan erkeklerin konforu."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Servis yapılacak, önce erkeklere yemek verildi, erkekler yardım etmedi.
Çocuk düşündü:
"Sanırım öncelikli olan erkeklerin karnının doyması."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Çocuğun kız arkadaşı oldu.
Bütün sülale duydu.
Herkesin ağzı kulaklarında.
Densiz bir amca:
"Neler yapacan bahim gızlaraa" dedi.
Çocuğun anne ve babası:
"Oğlumdan iyisini mi bulacak?" dediler.
Çocuk düşündü:
"Sanırım en iyisini hak eden benim ve bu yüzden kızlara rızayla ya da rızasız istediğimi yapabilirim."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Çocuk büyüdü, arkadaşlarıyla dışarı çıktı, gezdi, eğlendi.
Eve geç geldi, paşalar gibi karşılandı.
Kız kardeşi eve geç geldiği için azar işitirken, dövülürken.
Genç düşündü:
"Sanırım eve istediğim saatte girip çıkabilirim."
Genç bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Kavga etti, ağzı burnu kan içinde.
Annesi, babası:
"Koçum benim, helal olsun" dedi.
Genç düşündü:
"Sanırım güçlüyüm ve sorunlarımı bu şekilde halledebilirim."
Genç bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Genç büyüdü.
Ama bir türlü adam olamadı.
...
(Alıntı)

19 Haziran 2015 Cuma

GÜVERCİN UÇURUP PADİŞAH SEÇEN HALKA BÖYLESİ AZ BİLE"

Cumhuriyet Gazetesinden "Yedi fıkrada Demirel tarihi" bölümünden bir fıkra:
(Bilindiği gibi, 12 Eylül Darbecileri, siyasi partilerin genel başkanlarını tutuklatmış ve eleştiri yasağı getirmişti. İşte böyle bir zamanda Demirel, fıkralarla dolaylı eleştiri yapar ve çok da etkili olurdu. Aşağıda onlardan biri.)
EVEREN REFERANDUMDA YÜZDE 92 OY ALDIĞINDA:
"İki berduş kasaba meydanında avare avare dolaşırken bir kalabalığa rastlamış. Bakınırlarken, bir güvercin uçup berduşlardan birini başına konmuş. Herkes toplanmış, berduşa "Sen padişahımız olacaksın" demişler. 'Olmaz' diye ısrar etse de, inatçı kalabalıklara yenik düşmüş. Padişahlığı kabul edip arkadaşını da sadrazam yapmış. Aynı gün de başlamış zulme, boyun vurmaya, vergi salmaya. Arkadaşı, 'Yapma, halk kızacak' deyince çiçeği burnunda padişah cevap vermiş: "GÜVERCİN UÇURUP PADİŞAH SEÇEN HALKA BÖYLESİ AZ BİLE" demiş. (O gün de bugün de geçerli bir fıkra. Evir çevir oku ve yorumla.)

16 Haziran 2015 Salı

fuck you ne demek? fak you nedir, ne demektir, ingilizcede fak you ne demektir?

fuck you ne demek?

İngilizce bir ifade olan "fuck you" Türkçe'de; "siktir, cehenneme kadar yolun var" anlamına gelmektedir.
fuck ne demek?

*sikmek, becermek, düzmek, ilişkiye girmek, düzüşmek, içine etmek, berbat etmek
* sikme, cinsel ilişki

14 Haziran 2015 Pazar

Kiminle yaşarsan yaşa, Kalbindekiyle yaşlanırsın !

Kiminle yaşarsan yaşa, Kalbindekiyle yaşlanırsın !
Bildiğin kadar değil, bilmediğin kadar özledim seni .....

HADI TEST YAPALIM! KENDİNİZİ TANIYIN

  HADI TEST YAPALIM!

Test çok doğru sonuçlar veriyor ve sadece
2 dakika dolayında vaktinizi alıyor!
• Cevaplar eskiden kim olduğunuzla değil,şu anda kim olduğunuzla ilgilidir.

• Bir kağıt ve kalemi yanınızda hazır bulundurun.

• Bu test şu anda birçok büyük işletmenin İnsan Kaynakları departmaları tarafından kullanılan gerçek bir testtir ve kendilerine çalışanları ve gelecekteki çalışan adayları hakkında daha derin bilgi edinme imaknı tanımaktadır.

• Testte 10 adet soru bulunmaktasır.Kaleminizi ve kağıdınızı hazır bulundurup,cevaplarınızı not alın.

Test’e başlayın

1. Kendinizi en iyi hissettiğiniz zamanlar hangisidir?

a) Sabahları
b) Öğleden sonra ve akşamüstü
c) Geceyarısı

2. Genelde nasıl yürürsünüz ?

a) Uzun adımlarla , hızlıca
b) Kısa adımlarla, hızlıca
c) Kafa yukarıda,yavaşça
d) Kafa aşağıda, yavaşça
e) Çok yavaş

3. İnsanlarla konusurken,

a) Kollarınızı bağlarsınız
b) Ellerinizi yumru haline getirirsiniz
c) Bir veya iki eliniz baldırınızda veya cebinizde olur
d) Konustuğunuz insana dokunursunuz
e) Kulağınızla oynar, çenenize dokunur, saçlarınızı okşarsınız

4. Dinlenirken…

a) Ayaklarınız dizlerinizden kırılmış yanyana halde oturursunuz
b) Bacak bacak üstüne atıp oturursunuz
c) Bacaklarınızı uzatıp oturusunuz
d) Bir ayağınızla bağdaş kurarak oturursunuz

5. Birşey sizi gerçekten eğlendirdiğinde reaksiyorunuz…

a) Büyük bir kahkaha olur
b) Daha sessiz bir kahkaha olur
c) Kibar bir kahkaha olur
d) Naif bir gülümseme olur

6. Bir partiye veya sosyal ortama girdiğinizde…

a) Herkezin sizi farkedeceği şekilde sesli bir giriş yaparsınız
b) Sessiz bir giriş yapıp,etrafta bir tanıdık ararsınız
c) Çok sessiz bir giriş yapıp,farkedilmemeye çalışırsınız.

7. Çok yoğun olarak çalıştığınız veya bir şeye konsantre olduğunuz bir anda bir dış etken tarafından dikkatiniz dağıtılırsa..

a) Anlayışla karşılarsınız
b) Çok rahatsız hissedersiniz
c) İki uç arasında gidip gelirsiniz

8. Aşağıdaki renlerden hangisini en çok seversiniz?

a) Kırmızı veya Portakal rengi
b) Siyah
c) sarı veya açık mavi
d) yeşil
e) koyu mavi veya mor
f) beyaz
g) kahverengi veya gri

9. Akşam yataktayken ve uykuya dalacağınız o son anlarda…

a) Sırtüstü gerilip yatarsınız
b) Yüzüstü yatarsınız
c) Bir yanınıza dönüp yatarsınız
d) Bir kolunuzun üzerine yatarsınız
e) Kafanız yastık/Yorganın altında yatarsınız

10. Genellikle rüyanızda…

a) düştüğünüzü görürsünüz
b) kavga ettiğinizi görürsünüz
c) birini veya birşeyi ararsınız
d) uçarsınız veya yüzersiniz
e) genellikle rüya görmezsiniz
f) rüyalarınız hep iyi rüyalardır

PUANLAR

1. (a) 2 (b) 4 (c) 6
2. (a) 6 (b) 4 (c) 7 (d) 2 (e) 1
3. (a) 4 (b) 2 (c) 5 (d) 7 (e) 6
4. (a) 4 (b) 6 (c) 2 (d) 1
5. (a) 6 (b) 4 (c) 3 (d) 5 (e) 2
6. (a) 6 (b) 4 (c) 2
7. (a) 6 (b) 2 (c) 4
8. (a) 6 (b) 7 (c) 5 (d)4 (e) 3 (f) 2 (g) 1
9. (a) 7 (b) 6 (c) 4 (d) 2 (e) 1
10. (a) 4 (b) 2 (c) 3 (d) 5 (e) 6 (f) 1

Şimdi toplam puanınızı hesaplayın

60 PUAN ÜSTÜ

İnsanlar sizi dikkatli yaklaşılacak biri olarak görüyor.Others see you as someone they should “handle with care.” Kibirli,benmerkezli ve otoriter biri olarak biliniyorsunuz.İnsanlar size hayranlık duyabilir ve sizin gibi olmak isteyebilir fakat size her zaman güvenmezler ve sizinle içten bir ilişki kurma konusunda tereddüt ederler..

51 – 60 ARASI

İnsanlar sizi heyecan verici, havalı, etkin bir kişiliği olan, doğal bir lider, her zaman en doğrusu olmasa da çabuk karar alabilen biri olarak görüyor. Sizi herşeyi en az bir kez denemek isteyecek, risk alan, cesur ve maceraperest biri olarak görüyorlar. Yaydığınız bu elektrik yüzünden sizinle birlikte olmaktan hoşlanıyorlar…

41 – 50 ARASI

İnsanlar sizi canlı, güleryüzlü, eğlenceli, pratik, ilgi çekici, her zaman ilgi odağı olan ama her zaman dengeli biri olarak görüyor. Bunların yanında nazik, düşünceli, anlayışlı ve onları her zaman neşelendiren ve yardımcı olmaya çalışan biri olarak görüyorlar.

31 – 40 ARASI

İnsanlar sizi duyarlı, temkinli, dikkatli ve pratik biri olarak görüyor. Akıllı, yetenekli, ama mütevazi bir olduğunuzu düşünüyorlar .Çok çabuk arkadaş edinen biri değilsiniz fakat olan arkadaşlarınıza çok bağlı olan ve aynı bağlılığı karşıdan da bekleyen birisiniz. Sizi iyi tanıma şansına sahip olan biri, arkadaşalarınıza olan güveninizi kırmanın çok zor olduğunu ama bu güven kırıldığında da tamirinin eşit derecede zor olduğunu görür.

21 – 30 ARASI

Arkadaşlarınız sizi haddinden fazla titiz bir olarak görüyor. Çok temkinli, dikkatli ve ağır adımlarla yürüyen biri olduğunuzu düşünüyorlar. Tepkisel olarak bir ani reaksiyon vermeniz onları çok şaşırtır çünkü beklentikleri sizin herşeyi tüm açılardan dikkatlice değerlendirip sonra genelde karşıt bir karar vermenizdir. Bu reaksiyonun kısmen sizin temkinli doğanızdan kaynaklandığını düşünürler.

21 PUAN ALTI

İnsanlar sizi utangaç, sinirli, kararsız, arkasının toplanmasına ihtiyaç duyan, hiçbir sorumluluk almak istemeyen ve kararları hep başkalarına bırakan biri olarak görüyor. Kendi kendinize hiç yoktan üzüntüler yaratan birisiniz. Bazı insanlar sizi sıkıcı buluyor. Sadece sizi çok iyi tanıyan kişiler sıkıcı biri olmadığınızı biliyor

Platon'a iki soru sormuşlar. Birincisi ; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir ? "

Platon'a iki soru sormuşlar.

Birincisi ; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir ? "

Platon tek tek sıralamış :
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış ;

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır.

YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN İHANETE CEVABI

Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır.

Yavuz Sultan Selim sorar:

-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.

Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve
-Ver o kekliği bana! der.

Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:

-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!!

İhtiyarın KARPUZ Hikayesi (Kıssadan hisse)

 Gençliğin sırrı nedir?
Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış?
Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış.

"bu gençliğin sırrı nedir" diye.
İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya.

Ama sorular sık ve soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca
herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.
"Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş.

Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.

Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.

Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş.

"Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.."

Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş.

Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da :

" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka
getirir misin bir zahmet" demiş.

Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş.

"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş.
Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış .

Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş.

"Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??" Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış..

"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!"
Dedecik gülmüş.
"Efendiler" demiş
"O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne
taşıtttırıyorsun bana defalarca.) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum."

"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor
duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız."
demiş.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır..

Zevkli bir kadına rastlarsanız,ZEVKİNİZ,

bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ,

zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir.

Hayat kat kattır.

KÖR KADIN (ÖYKÜ)

Kadın her sabah olduğu gibi o günde beyaz değneği ve el yordamı ile otobüse binmişti.
Şoför : -Soldan üçüncü sıra bos hanımefendi, dedi. Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve esi oldukça yakışıklı bir hava subayı idi. Bundan birkaç ay önce yanlış teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti.
Genç kadın ameliyat sonrası göremiyordu ve asla göremeyecekti. Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermişti. Asla karisini yalnız bırakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayakları üzerinde durana kadar cesaret verecekti. Günler geciyordu. Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına
yük olduğunu düşünüyordu. Esinin bu içine kapanık, karamsar hali kocayı çok üzüyordu. Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu, karisi günden güne kendi içine kapanık dünyasında kayboluyordu. Bütün gün düşündü koca nasıl yardim edebilirim güzeller güzeli esime diye...

Birden aklına esinin eski isi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak aksam karısına konuyu açtı. Karisi dehşetle gözlerini açtı.
- Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı. Kocası ona destek olacağını her sabah ise onu kendisinin bırakacağını ve aksam alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi. Çünkü esini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu. Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü esini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu. Her sabah esini isine bırakıyor ve akşamları alıyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi; karisi eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocası daha fazlasını istiyordu, kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti. Aksam karısına:
- artık ise kendin gidip gelmelisin, dedi,. Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini toplayarak kabul etti. Aslında bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu. >Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek isine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladı hiçbir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, şoför :
- Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi. Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, "neden" diye sordu. Şoför,
- Çünkü her sabah sizin arkanızdan hava subayı genç bir adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşil ışıkta yolun karsısına geçmenizi bekliyor , siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor , dedi.
YAŞAMINIZDA HER ZAMAN ARKANIZDA DURACAK, VE SİZİ BİR ÖMÜR BOYU SEVECEK HAYAT ARKADAŞI BULMANIZ DİLEĞİYLE...

13 Haziran 2015 Cumartesi

Bir çocuktan anne babalara öğütler !

Bir çocuktan anne babalara öğütler !

Kevin Hickey henüz 15 yaşında bir çocuk ve Londra’daki “Guy's Hospital”ın çocuk psikiyatrisi servisinde yatıyor. Yapılan zeka ve kültür testleri Kevin'in aslında son derece aklı başında bir çocuk olduğunu ortaya koyuyor. Doktorları ise Kevin’in ebeveynlerinin kendisini eğitememeleri sonucu bunalım geçirerek hastaneye düştüğünü belirtiyorlar.

Kevin bir gün hasta yatağında kağıdı kalemi eline aldı.Bulunduğu durumu düşünerek yetişkinlere ve tüm eğiticilere hitaben 13 altın öğüt yazdı. Küçük Kevin'in yazdığı bu öğütler şimdi İngiltere'de tüm psikolog, pisikiyatrist, anne-baba ve öğretmenlerin bir numaralı rehberi.

İşte, bir çocuğun ibret alınması gereken ve asla unutulmamasını tavsiye ettiği kurallar:

- Beni şımartmayın, aslında her istediğim şeyi elde edemeyeceğimi biliyorum, sadece sizi deniyorum.

- Bana karşı kararlı davranmaktan çekinmeyin, bunu tercih ederim. Bu, benim kendimi daha güvende hissetmemi sağlar.

- Benim yanlışlarımı benimle uygun bir dille konuşarak kötü huylar edinmemi engelleyin. Bunların erkenden ortaya çıkarılmasında ve önlenmesinde size güveniyorum.

- Benim yanlışlarımı başkalarının önünde söylemeyin, benimle yalnız konuşursanız söylediklerinizi daha iyi anlarım.

- Sizden nefret ettiğimi söylediğimde üzülmeyin. Aslında sizden değil, doğru davranışları öğrenemeyeceğimi düşünerek kendimden nefret ediyorum.

- Herhangi bir olayın sonucunda beni kurtarmayın. Zor işlerden kaçmama fırsat vermeyin. Aslında bana acı vereceğini düşündüğünüz bu yollarla öğrenirim.

- Benim küçük hastalıklarımı büyütmeyin; bunları yenecek güçteyim.

- Düşüncesizce yerine getiremeyeceğiniz şeyleri yapacağınıza söz vermeyin. Bu sözler yerine getirilmediğinde çok kırıldığımı unutmayın.

- Kendimi istediğim kadar iyi anlatamadığımı unutmayın; bunun için ara sıra yanlışlarım olabilir.

- Dürüstlüğümü fazla zorlamayın; kolayca korkup yalan söyleyebilirim.

- Tutarsız olmayın. Bu, benim kafamı iyice karıştırır ve size olan güvenimi sarsar.

- Benden özür dilemeyecek kadar gururlu olmayın. Bazen içten bir özür beni size çok yakınlaştırabilir.

- Unutmayın ki büyümek için sizin anlayışınıza ve sevginize muhtacım, ama bunu size söylemem gerekmez değil mi?

BENİM REFERANSIM ALLAH' tır... KISSA

BENİM REFERANSIM ALLAH' tır...

"Birkaç yıl önce, bağlı bulunduğumuz Genel Müdürlük, dört arkadaşımla birlikte, beni bir ilimizde, memur statüsünde işçi almak üzere görevlendirmişti.
Sözünü ettiğim ilde on personel alacaktık ve bunlar il müdürlüğü bünyesinde görevlendirilecekti.
Biz beş arkadaş birleşerek, sözünü ettiğim ile gittik.
Önceden ayrılan bir misafirhaneye indik. İle gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk.
Beşimizin de kanaati oydu ki, hak edeni kazandıralım, siyasi ve diğer baskılara boyun eğmeyelim.

Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes bir referansla bizi rahatsız edecekti,
çünkü Türkiye'nin gerçeği buydu. Bunun için çok dikkatli davranıyorduk.

İle ikindi vakti gittik. İkindi namazını kılmak için tarihi bir cami olup olmadığını sorduk.
Biliyorduk ki bu ilimiz cami bakımından biraz fakirdi.
Tarihi bir cami olduğunu söylediler.
Beş arkadaş, arabamıza atlayarak oraya gittik.
Kimse bizi tanımıyor, zaten cami de şehrin biraz dışında.
İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boş.
Beşimiz de şadırvana oturarak abdest almaya başladık.
Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki, ayaklarımın önüne bir takunya kondu.
Bu takunyaları önüme kim bıraktı diye başımı kaldırınca,
yüzüme tebessümle bakan, yirmibeş yaşlarında bir gençle karşılaştım:

"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz; namaz kılana hizmet, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi. Gencin tebessümü, davranışı bizi çok etkiledi.
Sordum: "Sen kimsin? Adın nedir?"
"Adım Bilâl. Bu mahallede oturuyorum."
Bir an abdest almayı bırakarak, gençle ilgilenmeye başladım.
"Ne işle meşgulsün Bilâl?"
"Şimdilik işim yok. Ama inşallah yakında işe gireceğim."
"Nasıl olacak o?" dedim.
Yüzüne huzurun ve mutluluğun tebessümünü kuşanarak:
"Üç gün sonra bir devlet dairesinin müdürlüğünde sınavla adam alınacak.
Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah" dedi.
Arkadaşlarım da abdest alırlarken, Bilâl'le aramızda geçen bu diyaloğa kulak vermişlerdi.
"Peki Bilâl, bu zamanda işe girmek zor,
senin torpilin var mı?
Referansın kim?
İşe nasıl gireceksin?"
Bilâl'in o mütevekkil halini hiç unutamıyorum!
Hepimizin üzerinde bomba tesiri oluşturacak sözü söyleyiverdi:
"Benim referansım Allah (cc)'tır; ne güzel vekildir O.
Dün gece O'na dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"

Yâ Rabbi! Ne işe tutulmuştuk! Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim.
"Bilâl, baban yok mu?"
"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni."
Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu.
Bu, o kadar meydanda idi ki, kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
"Askerliğini yaptın mı?"
"Yaptım ya, hem de çavuş olarak."
"Evli misin Bilâl?" Bir anda gözleri yere düştü.
Yine o mütevekkil hâli bütün yüzünü kaplamıştı.
"He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez hemen düğünümü yapacağım!"
"Ama Bilâl, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki kazanmış gibisin!"
Gözlerini ufka dikti, daldı, sustu ve biraz sonra:
"Ben Rabbimi seviyorum, inanıyorum ki O da beni seviyor.
Seven sevene yardım etmez mi?"
Ona söyleyecek lâf bulamıyordum.

Allah, bizi kocaman kocaman (!) müdürleri,
Bilâl kuluna hizmet etmek için oraya göndermişti, adeta.
Kim müdür, kim garibandı?
Bilâl dilekçesini büyük makama verince,
melekler harekete geçtiler, daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte ona koşmaya başladılar; çünkü emir büyük makamdandı.
Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi?
Sormaya devam ettim:
"Bari Bilâl, evlenecek kız bulabildin mi?
Bu zamanda hem yetim, hem de işsize kim kız verir ki?"
Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi:
"Zor nişanlandım ya. Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, "Sözde Müslüman" değil,
hakiki mü'min. "Bu zamanda namazında-niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır" dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verecek inşallah."

Bilâl lise mezunuydu. Üçyüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçti.
Ve bizler, önümüze sunulan -Bakanlık dahil- tüm referansları bir kenara koyarak,
Bilâl'in referansını en öne koyduk.

Mülakât gününe kadar bizi göremedi.
Mülâkata girdiğinde karşısında bizi görünce birden şaşırdı, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü.
Sessizliği bozdum: "Bilâl, bizi tanıdın mı?" "Evet!" "Peki ne diyeceksin şimdi?"
Ağlamaya başladı. Çocuk gibi ağlıyordu.
İster istemez bizler de ona uyduk.
Hıçkırıklar boğazımızda düğümlenmişti. Bilâl, ellerini kaldırdı ve dua etmeye başladı:

"Ey Rabbim, ben niyazımı sana sunmuştum.
Hâlimi sana açmıştım.
Şimdi buradaki müdürlerime karşı mahcubum.
Ey Allah'ım, ben senden başkasından istememeyi istedim, yine de öyleyim."

Sessizlik odayı doldurmuştu.
"Ne olur bana izin verin çıkayım" dedi. "Peki Bilâl" dedik,
"Güle güle, Allah işini, aşını, eşini mübârek kılsın!"

OKUMADAN GEÇME ! YAŞANMIŞ ACI BİR OLAY ! 2 LİRA

OKUMADAN GEÇME ! YAŞANMIŞ ACI BİR OLAY !
2 LİRA
20 Haziran 2013 Perşembe
Günlerdir 2 demir lirayı elimde çevirip duruyorum.
2 Türk lirası…

Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız.
Para üstü olsa aldırmazsınız.
Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.
Hepi topu 2 lira….
6 Şubat gecesi Şanlıurfa’ya çok yağmur yağdı.
Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı; üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.
O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece…
Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti. Çoğu kadın ve çocuktu.
Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.
Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi’ne uçtu.
Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.
Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.
Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.
Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.
Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.
Zehra ve Hatun Kaya kayboldu.
Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.
Adları ilk kez haberlerde duyuldu.
Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı.
Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar.
Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı.
Sonuç alınamadı.
Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Çiftlikte süt sağımı işini yaptıran
müteahhit Celal Ulukaya gözaltına alındı.
Bu gözaltının nedeni, kurtulan işçiler konuşunca anlaşıldı.
Kazazedelerden Halil Ertuğrul 10 yıla yakın süre bu işi yapmıştı. Çiftlikteki sağım işinden günde 2 lira kazanıyorlardı.
Ertuğrul, “Niye çalışıyorsun o zaman” sorusuna kısa bir yanıt verdi:
“Mecburum. İş yok.”
Günde 2 liradan ayda 60 lira…
44 işçiyi Çırpı Deresi’ne sürükleyen, 11′ini yağmur sularından bir selde boğan ekmek kavgasının bedeli bu…
İşsizlik illetine düşmüş fukaraları “Hiç yoktan iyi” tesellisiyle kandıran müteahhitlerin ucuz işgücüne biçtikleri değer…
2 demir lira…
Günlerdir elimde çevirip durduğum 2 metelik…
2 paralık hayatların can pahası..
Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.
Hayat dersi niyetine . . .

12 Haziran 2015 Cuma

Selim’in, hayatındaki en büyük boşluk... öykü

Selim’in, hayatındaki en büyük boşluk...
2000 yılının aralık ayıydı. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.
“Evet çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme... alırdım.’ yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı?” dedim.
Anlaşılmış olmalı ...ki herkes sessiz bi
r şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada... Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. “If I were rich,
I would buy flowers for my mom.”
Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”
“Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”
Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim.
Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı.
“Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”
Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.
Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.
2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.
Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini...
Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını...
Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını...
Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim..

11 Haziran 2015 Perşembe

Can Yücel'in Göt Davası

Can Yücel'in Göt Davası
Yıllar önce gazetede yazmaya başlayan değerli şairimizin yazısında göt'ü g..t yazmayıp da aleniolarak göt yazdığı için soruşturma geçirerek tutuklanması ve sonra da beraat etmesi olayı.
hakim şaire sorar: -sayın yücel neden böyle yazdınız? biliyorsunuz ki bu tür kelimeleri yazmak yasaktır ve suçtur.
Can Yücel
- valla hakim bey bizim köyde göte göt derler de ondan.
olayın aslı biraz daha teferruatlıdır. şöyle ki; Can yücel, mahkemedeki sözlü savunmasını 'bizim köyde göte göt derler' diye bitirir evet, ancak öncesinde bir de fıkra anlatır mahkemede
Köyün birinde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler. Koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. Köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler. köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, "biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey" felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler. muhtar döner, ama arkasına: "makattan verin dedi dohtor" der.Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine. hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. Son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine kimse aramak istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: "çok kızacak dohtor çok!" diye.
Sonunda telefonu açar, durm anlatır, doktor bişeyler söyler yine. Telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
"çok kızacak demiştim ben size; götüne sokun dedi"

4 Haziran 2015 Perşembe

Düşmanını Kendi Silahı İle Vur (Kıssadan Hisse)

Adamın biri Afrika´da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.
- Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpekcik…
Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş:
- Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:
- Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş leopar…
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş.
Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar, köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna, “atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” demiş.
Az önceki yerde bekleyen minik köpek, bakmış kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış. Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.
Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:
“Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok!”
DİPLOMASİ DENEN ŞEY BU…
Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile vur…

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Uçak Düşmek Üzere (fıkra)

Bir uçakta pilot aniden hostesleri çağırmış ve demiş ki: Uçak düşmek üzere. Tüm yolculara atlamalarını söyleyin.
Şu anda deniz üzerindeyiz ve denize çok yakın uçuyorum,
atlarlarsa kurtulma şansları var, ama atlamazlarsa herkes ölecek!!!’
Tabii, böyle bir şeyi insanlara yaptırmak çok zor.
Hosteslerden en akıllısı düşünmüş taşınmış, ‘Herkese uygun bir dille anlatılırsa uçaktan atlamaları sağlanır.’ diye karar vermiş ve ilk olarak Amerikalı kafilenin yanına gitmiş:

‘Sayın yolcularımız; üzerinde bulunduğumuz alan Japonlar’ın araştırma laboratuarlarıyla kaplı. Eğer oraya ulaşırsanız tüm Japon teknolojisi sırlarını kaparsınız!’
Bütün Amerikalılar koşarak çıkışa gitmişler ve atlamışlar;
Sonra hostes İngilizler’e yönelmiş:
‘Sayın yolcularımız, şu anda dünyanın en geniş ve verimli sömürgeleri üzerindeyiz; eğer hemen el koyarsanız sonsuza dek sizin olurlar!’
Bütün İngilizler hevesle atlamışlar.
Sıra Fransızlar’a gelmiş. Hostes:
‘Bayanlar baylar, affedersiniz rahatsız ediyorum; fakat rica etsem uçaktan atlar mısınız? Şimdiden teşekkür ederim.’ demiş.
Fransızlar:
‘Tabii, mersi!’ deyip sırayla atlamışlar!
Hostes bu kez Almanlar’a yönelmiş:
‘Atlayın aşağı çabuk!’ diye bağırmış. Alman kafile ‘Heil!’ diyerek atlamış.
Veee sıra gelmiş Türkler’eee. Hostes yandan yandan gülümseyerek ve koltuğa hafif dayanarak şöyle demiş:
“Siz var ya… Buradan hayatta atlayamazsınız…”

Hep sorarlar kadınlar ne ister diye? Sahi KADIN Ne İster?

Hep sorarlar kadınlar ne ister diye?
Ve bir sürü şey sıralarlar arkasından
Para, güç, sahiplenme, makam ve rahat diye

Oysa ben sadece iki şey sayarım..
Kadın güven ve huzur ister..
Güç beklemez bi kadın çünkü erkekten daha güçlüdür.
Sahiplenmek istemez kadın çünkü zaten kendine sahiptir.
Para ve makam istemez kadın çünkü geçici şeyler olduğunu bilir
Herşeyden sıyrılıp güven bekler erkekten
Gözü arkada kalmasın ister.
Onun yanında yüreğiyle sağlam durabilecek biri ister.
Ve ne kadar güçlü olursa olsun bir kadın;
Kafasını omuzuna koyduğunda huzur bulduğu bir erkek ister,

29 Mayıs 2015 Cuma

Kadının Adı Ne (sınav sorusu) kıssadan hisse


 Mutlaka Okuyun!
Son sınıf öğrencilerinin final sınavı. Beş soru hazırladım. İletişim sorusu tam elli puan. Çocuklar harıl harıl çalışmışlar. İletişimle ilgili her şeyi yemiş yutmuşlar. Yok efendim alıcı verici varmış. Kaynak mesajları iletirmiş. Sen dili ben dili. Elli puanlık 4. soru şu:

(Bu soru iletişim becerilerinizi ölçmek için sorulmuştur.)

“Beş yıldır bu okulda öğrencisiniz… Benim bir yıldır kapının girişinde hep gördüğüm; sınıflarınızı, koridorlarınızı temizleyen; adı soyadı gömleğinde kocaman yazan;sizinde her sabah gördüğünüz görevli hanımın adı nedir? Soyadını yazmanıza gerek yok!

Bütün sınıf şok oldu! Öğrencilerden biri parmak kaldırdı:

-Hocam bir şey soracağım. Doğru mu anladım ben, bu bayanın ismi Hatice ise, Hatice yazınca finalden elli alıp sınıf mı geçeceğim şimdi?

-Bak ne kadar doğru anlamışsın.

-Ben sınıftan çıktım. Kapının dışında bekliyorum. İçeriden tartışma sesleri geliyor.

-Beyler kadın adı ne?

-Beyler bilen söylesin!

-Beyler ayıp oluyor ama!

-Kimse mi bilmiyor?

-Beyler herkes kağıtları kaldırsın göstersin .

-Beyler hocaların adlarını biliyorsunuz, kızların adlarını biliyorsunuz ama!

Beş dakika sonra sınıfa girdim. Kağıtları topladım. Tek bir doğru cevap yok. Kağıtlar bomboş. Sadece bir öğrenci “battı balık yan gider” yazmış. Onun hakkında bana “Hocam o öğrenciye dikkat et. Şöyle kavgacıdır, böyle problemdir” denilen bir çocuk. Sınav İngilizce olduğu için öğrencim şöyle yazmış: “Hocam, öncelikle ben şu an duygularımı İngilizce anlatamayacağım, biliyorum sınıfta kalıyorum; ama Türkçe yazıyorum. Hocam size çok darıldım. Bana iletişimle ilgili ne sorsanız hepsini bilirim. Ceplerim dolu. Ben yıllarca hep sorarım arkadaşlarıma, bu adam ne sorar diye. Soracakları şeyleri yazar çizer koyarım cebime. Sınavda kağıda aktarır, sonrada buruşturur çöpe atarım ve sınıfımı geçerim. Hocam sınıfta kalıyorum çünkü cevabı bilmiyorum. Ama bir şey fark ettim; o kadını gerçekten yıllardır görüyorum; ama bir kere dönüp bakmadım, adını hiç merak etmedim. Oysa bütün hocaların adını soyadını, hatta çocuklarının adını bile biliyorum. Her karşılaştığımda merhabalaşıyorum, ama o hanıma hiç merhaba demedim. Ben öyle bir adammışım ki çıkar ilişkim yoksa insanların yüzüne bakmıyormuşum. Sınıfta kalıyorum, ama emin olun hiç önemi yok. Çünkü on beş yıllık bir eğitimde bana öğretilmeyen bir şey öğrettiniz. Ben daha bu okuldayım, her sabah o hanıma ismiyle hitap ederek “günaydın” diyeceğim ve bundan sonra ilişkilerimi çıkar üzerine kurmayacağım. Hocam sınıfta kalıyorum ama sağ olun.”

Yönetmelikler gereği not veremiyorum çünkü sınav İngilizce üstelik bayanın adını da yazmamıştı. Fakat ben alacağımı aldım ve o öğrenci elli üzerinden elli alarak dersi geçti ve mezun oldu. İki gün sonra hizmetli bayan yanıma geldi. Bir torba hellim peynirini masamın üzerine koyarak dedi ki:

“Hocam size iki şey için çok teşekkür ederim. Birincisi geldiğinizden beri bana her sabah ismimle hitap ederek “günaydın” diyorsunuz. İkincisi son sınıf öğrencilerine sınavda bir soru sormuşsunuz, bütün öğrenciler soruyu öğrenmişler, sabah öğrencilerin hepsi “günaydın Hatice hanım” diye içeri giriyor. Hocam ben yıllardır bu okulda hep kapının oralarda olurdum. Şimdiye kadar hiç kimse böyle bir şey yapmamıştı, kendimi hiç bu kadar insan hissetmemiştim.”

BEN SIRTIMDAN ATTIM ŞİMDİ SIRA SİZDE (Tayyibi sırtından atan at)


İnsanların gözüne iyice batmaya başladın.zulmettin,çok mazlum ahı aldın..
KIRK BİN DEFA ZEMZEM SUYUYLA YIKASALARDA TOPRAK KABUL ETMEZ
- Ergenekon Savcılığı
- Afyon sabotajı
- Reyhanlı katliamı
- 3-5 kelle,
- sayın apo,
- Birkaç memet,
- Suriye'ye kimyasal silah
- ortak olduğun maden faciası,
- IŞİD'e gönderdiğin silah dolu MİT tırları,
- Katledilen binlerce Türkmenler
-Kibir,baskı,zulüm,soyğun,şehit,yetim
kul ve millet hakkı, ...vb.vb
defter çok kabardı,hesap çok uzadı,insanların gözüne iyice batmaya başladın artık.Çok zulmettin ve çok mazlum ahı aldın. 'zulmeden zulüm bulur' (bir ayet)
SENİ ARTIK DİZİNİN DİBİNDE ESKİDEN OTURDUĞUN O MOLLALAR BİLE KURTARAMAZ..!!

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Yaşam Odası ve 1000 Odalı Ak Saray

Yaşam Odası ve 1000 Odalı Ak Saray

Kitap Okumayı Sevmeyen Kız (fıkra)

Bir baba kızına kitap okuma alışkanlığı kazandırabilmek için ödül vermek istemiş ve:
"Kızım, eğer sana verdiğim şu kitabı bitirirsen 20 TL vereceğim." demiş.
Bu teklif kızın çok hoşuna gitmiş ama kitap okumayla da pek arası yokmuş.
O nedenle;
"En iyisi ben bu kitabın özetini internetten araştırıp bulayım, onu iyice ezberleyeyim, babam okudun mu diye sorunca da o özeti anlatırım." diye düşünmüş.
Ve kız gitmiş, babasının okuması için verdiği kitabın özetini bulmuş.
İki sayfalık bu özeti iyi bir şekilde öğrenmiş.
Tabi babası anlamasın diye bir hafta da beklemiş.
Bir hafta sonra;
"Babacığım ben kitabı okudum, ödülümü verir misin?" diye sormuş.
Babası kızından kitapta geçen konuyu anlatmasını istemiş.
Genç kız güzel bir şekilde konuyu anlatmış.
Ardından tekrar ödülünü istemiş babasından.
Ama babası hiç beklemediği bir tepki vermiş ve kızına;
"Sen bu kitabı okumamışsın, beni kandırıyorsun. Çünkü eğer okusaydın kitabın içine koyduğum 20 TL'yi bulurdun...!"

Gözlerimden Tut da Ciğerime Kadar Kırgınım.

Gözlerimden Tut da Ciğerime Kadar Kırgınım.

Hayatta Herşeyini Bir Kişiye Bağlama. Çünkü Onu Kaybedersen Herşeyini Kaybedersin. Can Yücel

Hayatta Herşeyini Bir Kişiye Bağlama.
Çünkü Onu Kaybedersen Herşeyini Kaybedersin. Can Yücel

Öyle Bir Dost Olsun ki!

Bir dost olsunki
Kadın, erkek farketmez..
Bir dost bulun! Ama gerçek olsun.
Aradığınızda işinizi değil, sizi soran…
Kötü gününüzde ev sahibi, iyi gününüzde kıracınız olsun.
Anlatsın, konuşsun, açık-seçik, korkmadan yaşasın. Güvensin!
Cinsiyeti olmasın! Bir kartal kadar haşin, bir maymun kadar şaklaban, bir ceylan kadar narin olsun.
Doğrulari söylesin. Gözleriyle ve kalpten konuşsun.
Yaşasın!
Doya doya yaşasın, doya doya yaşatsın.
Beyninden değil, yüreğinden versin.
”Olsun varsın! paylaşırım.” desin.
Bir dostunuz olsun.
Sizi ve benliğinizdekileri paylaşsın...
Dost olsun!
Ama…
Gerçek bir dost..

En Büyük Darbeyi En yakınımızdaki İnsanlardan Alırız Çünkü Savunma Sistemimiz Düşmanlarımıza KArışı Kurulmuştur, Yakınlarımıza Değil...

En Büyük Darbeyi En yakınımızdaki İnsanlardan Alırız
Çünkü Savunma Sistemimiz Düşmanlarımıza KArışı Kurulmuştur, Yakınlarımıza Değil..

Son Sözü Allah Söyleyecek ....

Son Sözü Allah Söyleyecek ....

26 Mayıs 2015 Salı

Mersedes Kadir'in hikayesi

O koca bir şehrin sevgilisi
İşte Mersedes Kadir'in hikayesi
Fotodaki kişinin ismi Kadir , Mersedes Kadir. Malatya' da yaşıyor. Akli dengesi yerinde değil ve bütün gün üstünde dolaştığı önünde Mercedes arması olan sopayı Mersedes'i zannederek yaşıyor.
Buraya kadar tamam. Anlatmaya bayıldığım kısmı bundan sonra başlıyor.. Koskoca bir şehir , Kadir'in Mersedes hayalini her şeyiyle sahiplenmiş durumda.. Kadir trafik ışıklarında duruyor, arabasını park ediyor, diğer arabalar trafikte ona yol veriyor, ona göre parkediyor. Bütün şehir o "Mersedes"in farkında! Kadir sopasını Mercedes servisine götürüyor, ustalar bütün ciddiyetleriyle arızaları anlatıyor, bir usta sopaya teyp takıyor, diğeri aynasını, armasını yeniliyor..
Sıkı durun; trafik polisleri yanlış yere parkettiğinde ya da 'çok hızlı gittiğinde' Kadir'e ceza yazıyorlar, zamanı geldiğinde muayeneye gönderiyorlar! Bir koca şehir, Malatya, Kadir'in hikayesini onunla birlikte yaşıyor.
Bir 'deli'nin sopasına göre yaşayan şehirlerin, sopayla, sapanla, satırla birbirlerini kovalayan şehirlere dönüşmesini gördükçe bu hikaye çok hoş gelir insanın kulağına..
Bir başka anı:
Bir gün mersedes kadir arabası(sopası) arızalandı diye sanayiye gider. Usta arızasını söyler ve 3 gün sonra gelip alabileceğini belirtir. Tabi mersedes kadir 3 gün sonra gelir usta daha işinin bitmediğini yarın gelmesini söyler. Mersedes kadir bu şekilde 2 hafta boyunca gider gelir. Bir gün yine gider sanayiye ama usta işinin daha bitmediğini söyler tabi mersedes kadir sinirlenir artık ve şunu söyler yeter artık yap şu arabayı 2 haftadır eve yürüyerek gidip geliyorum : )
Helal Olsun Malatya İnsanına...

22 Mayıs 2015 Cuma

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Fitil (fıkra)

Bir gün bir adam doktora gitmiş. Adam doktora benim popom neden ağırıyor demiş.Doktor adama fitil vermiş.Adam doktorun ona verdiği fitilleri durmadan yiyormuş. Fitil bitince adam yine doktora gitmiş. 
- Doktor doktor! bana verdiğin ilaç hiç işe yaramadı demiş. Doktor adama sen bu ilacı ne yaptın demiş. Adamda:
- ne yapacam içtim ne bekliyordun götümemi sokacaktım demiş. :))

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Bakırcının Çırağı (fıkra)

Dul bir kadın, çocuğunu sanat öğrenmesi için bir bakırcıya çırak verir. Ancak, çocuk ertesi gün işe gelmeyince, ustası meraklanır ve evine niçin gelmediğini sormaya gider. Kadın, ustayı kapıda karşılar ve oğlunun işe niye gelmediğini anlatır:
—Çocuğum işi öğrenmiş, onun için gelmiyor der ve sürdürür:
— Bakırcılığı öğrenmiş... Demiri ateşe goyirmişsiniz, olirmiş ıssı, üstüne çekiçle vurirmişsiniz olirmiş yassı... kenarlarını kerpetenle vırırmişsiniz, olirmiş tepsi...
Bakırcı ustası, şaşkın şaşkın başını sallar:
- Vay canına yandığımın veledi!! Bakırcılığı bir günde hem kendi öğrenmiş, hemde anasına öğretmiş...

29 Nisan 2015 Çarşamba

GÜNÜN TRAJİKOMİK FIKRASI Demirel'e ülkenin durumu hakkında ne düşündüğü sorulmuş....

GÜNÜN TRAJİKOMİK FIKRASI
Demirel'e ülkenin durumu hakkında ne düşündüğü sorulmuş....
Demirel de soruyu yönelten kişiye:
- "Bak sana bunu bir fıkrayla anlatayım da pazar neşesi olsun" demiş. Demirel'in anlattığı fıkra şu:

Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş.Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var.... Karakuşi Kadı, fırıncıya:
- 'Ben bunu aldım' demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asil sahibi gelmiş:
- 'Hani bizim ördek?' Fırıncı boynunu büküp:
- 'Uçtu' deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Gayrimüslim de peşinde kovalıyor...
Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış... Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş...
Ördeğin sahibi,
- 'Bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikáyet etmiş.
Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:
- 'Ne yaptın bu adamın ördeğini?'
Fırıncı
- 'Uçtu' demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış:
- 'Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil' diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. Onun şikáyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:
- 'Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...
Davacı:
- 'Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?' diye sorunca Karakuşi Kadı
- 'Şimdi' demiş, 'Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız. Tabii gayrimüslim şikáyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.
Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı:
- 'Tamam' demiş, 'Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi'ye:
- 'Senin şikáyetin nedir bre?' Yahudi bir süre düsündükten sonra ellerini açmış,
- 'Ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'Adaletinle bin yaşa Sen, e mi !'
Demirel bu fıkrayı anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek, kıssadan hisse:
- Ananı "öpen" kadı ise, kimi kime şikáyet edeceksin?.. Bugün ülkedeki durum bu! Agnadın mı? wink ifade

26 Nisan 2015 Pazar

Kasırgayı Nasıl Başlattın Allah Aşkına (fıkra)

Aşk gemisinde, Temel ve Amerikalı John şezlonglara oturmuş, batan güneşi seyrediyor ve sohbet ediyorlardı.
Temel:
—Böyle bir gezi aklımdan bile geçmezdi. Bir yangın, fabrikamı kül etti. Sigorta paramı ödeyince oğlum Temel, bunca yıl eşek gibi çalıştın. Şimdi tatil zamanı dedim kendi kendime ve geziye çıktım.
John:
—Tesadüfe bak!! Benim de çok iyi iş yapan bir restoranım vardı. Bir kasırga, taş üstünde taş bırakmadı. Sigortadan paramı alınca, bu tatile karar verdim.
Uzun bir sessizlik oldu. Güneş ufukta kaybolurken, sessizliği Temel bozdu:
—Kasırgayı nasıl başlattın, Allah aşkına?

Zengin adam ölüm döşeğinde ! (fıkra)

Ticaret yaparak zengin olan, sonunda yaşlanıp, ölüm döşeğine düşen bir adam; bir türlü can veremez. Çocukları babalarıyla ilgili herkesi çağırır ve haklarını helal etmelerini ister. Gelenlerin hepsi haklarını helal eder. Fakat adamcağız yine perişan, çırpınır bir türlü de ölemez.
Hikâye bu ya sonunda adamın hayvanlarını bile getirirler, sorarlar; onlar da haklarını helal ettiklerini bildirir. Ancak yaşlı adam yine ölemez. En sonunda yaşlı bir devesi akıllara gelir. O deveyi de getirirler. Deveye sorarlar:
—Hakkını helal ettin mi?
—Etmedim!
—Yaaa!!! Neden etmedin?
—Bu adam bize çok yük vurdu; affettim. Aç bıraktı, affettim. Kırbaçla canımızı yaktı affettim. Ama biz elli devenin başına bir eşeği getirdi ya; işte bu yüzden bir türlü affedemiyorum bu adamı!!

Kopartan İtiraflar!!

Kopartan İtiraflar!!
Arzu
Bölük komutanının yanına koşarak gelip, çakı gibi bir selam verdikten sonra heyecanla:
— Beni arzu etmişsiniz komutanım! diyen ve Yüzbaşı’nın:
— Seni ne arzu edecem lan!" kükremesiyle yollara düşen Mehmetçik için kocaman bir alkış lütfen..

Saklamak
İlk genelev deneyiminde heyecandan ne yapacağını şaşırıp, kadına;
— Bakire misiniz? diye soran ben mi, yoksa;
- Evet bakireyim, kendimi sana sakladım, diye yanıt veren hayat kadını mı alkışı hak etti karar veremedim....
Çivi
Fazla kilolarından şikayet edip, akupunktura gitmeye karar veren tombik anneme babamın yorumu:
— Sana bu saatten sonra inşaat çivisi çaksak fayda etmez hanım...
O günden beri küsler, barışmalarını bekliyoruz..
Maydanoz!!
Annem babamın içki içmesine tepki gösterir her zaman. Babam arkadaşlarıyla içerken bir gün arkadaşı:
— Maydanoz al, yenge anlamaz, demiş.
Ve gecenin bir yarısı bizi gülme krizine sokan son. Ayakta zar zor duran bir baba ve elinde bir demet maydanoz...
Tıp
Ağrıyan dizim için devlet hastanesine gidip gelirken, sıraydı, randevuydu, röntgendi, MR'dı, kan tahliliydi koştururken günler geçti ve ben sonuçları doktora gösteremeden dizimin ağrısının geçtiğini fark ettim. Tıp ilerledi dedikleri bu olsa gerek!
Cımbız..
Hayatımda ilk kez, bugün kaşlarımı düzelttirmek için berberime:
— Ali Abi, bu kaşları düzeltebilir misin? dedim.
— Ne demek, bütün ibnelerinkini ben düzeltiyorum zaten, dedi.
Peki ben kaşları düzelttirdim mi? Düzelttirdim. Bahşiş de bıraktım mı? Bıraktım. Bir daha Ali Abi'ye gider miyim? İbnelik değil mi, gitmem artık!
Kılıbık
Babamın karşı komşusu hakkında yorumu:
— Bu adam da çok kılıbık. Ben ne zaman balkonu yıkasam, o da çamaşır asıyor.
Canım babam, eski kazak erkeklerden kim kaldı senden başka!
Yemekteyiz..
Haftanın 5 günü dışarıdan yemek isteyen, geri kalan iki günde de makarna ve tavuk dışında bir şey yapmayı beceremeyen karım, dün akşam Yemekteyiz programına başvuracağını söyledi. Hala gülüyorum..
Google
Bir tanıdığımızın 10 yaşındaki oğlunun Google'da arattığı cümle: "Çıplak kadın resimleri". Çıkan sonuçlar beklentisini karşılamamış, kendisini memnun etmemiş olacak ki azmetmiş, aramaya devam etmiş:
"Çırılçıplak kadın resimleri!" :))))))

25 Nisan 2015 Cumartesi

Çöpçatan (fıkra)

Çevresinde katı kurallarıyla tanınan bir aile, 30 yaşına gelmiş oğullarını evlendirmek için bir çöpçatanla anlaşır. Ondan oğullarına iyi bir eş bulmasını isterler.Öyleki çöpçatana istedikleri gelinden beklentileri konusunda uzunca bir liste bile verirler.
İki hafta geçmeden çöpçatan, aileye çok iyi bir kız bulduğunu müjdeler:
— Tam oğlunuza göre… Mutlu bir yuva kurar, duaların çoğunu ezbere okur, harika yemek yapar, çocukları çok sever, çok çocuk sahibi olmak ister ve en iyisi de gerçekten bir içim su yani çok güzel !! vs. vs…
Bunları duyan aile çok memnun olur. Hemen tatlı bir telaş başlar, düğün dernek hazırlıklarını dahi kararlaştırırlar. Çok kısa sürede ilerleyen bu gelişmelerden kuşkulanan, duraksayan damat adayı, çöpçatanın kulağına doğru eğilir:
— Peki, yatakta nasıl acaba?
— Valla! Kimisi iyi diyooor, kimisi kötü!

Ayağımı Sıkıyor (fıkra)

Eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli, kültürü, neşesi, ev sahibeliği, üslubuyla benzeri güç bulunur, bir "şahane kadın" ..  Boşanacakları haberi çıkar, tüm Roma bu haberle çalkalanır. Yakın arkadaşları bir yolunu bulur, cesaretle konuyu açarlar:
— Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını…..  lafı biri diğerinin ağzından alarak dakikalarca överler. Sonra da sözü asıl soruya getirirler:
— Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?
Yan yatık durumdaki general bacağını öne doğru uzatır, öne hafifce doğrulur:
— Çizmemi beğendiniz mi? Önce onu söyleyin bana!!
— Çok güzel!
— Evet.. Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi tarafından, kendi eliyle, benim için özel yapılmıştır. Bir benzerini daha Roma'da bulamazsınız!!.
Şaşıran arkadaşları:
— Belli, benzersiz derken de çok haklısınız. Ancak bunun, bizim sorumuzla ne ilgisi var?
General, arkadaşlarının merakını iki sözcükle giderir:
— Ayağımı sıkıyor.

Kızılderili (fıkra)

Hollywood yıldız adayı sarışın bayan, Nevada çölünde, Vegas yolunda ilerlerken son model arabası bozulur. Tam otostop yapmak istediği yol kenarında artık hiçbir arabanın geçmeyeceğine karar verirken, o da ne? Uzaktan bir atlı, kendine doğru gelmektedir! Gelen bir Navajo kızılderili savaşçısıdır. Çaresiz, Kızılderili’ye:
— Beni en yakın servis istasyonuna kadar götürür müsünüz?
Kızılderili’nin atının terkisine atlar. Yolculuk gayet olaysız geçer. Yalnız, Kızılderili her beş dakikada bir "YAHOOOOO!" diye bir çığlık atmaktadır. Bu öyle bir çığlık ki, çölü aşıp karşı ki kayalardan, dağlardan yankılanmaktadır. Sonun da önlerine çıkan ilk servis istasyonuna varırlar. Kızılderili sarışını atından indirir ve yine dağı taşı inleten "YAHOOOO!" çığlığını atarak atını dörtnala sürüp gözden kaybolur.İstasyon görevlisi Kızılderili’nin arkasından bakarken sarışın bayana döner:
— Bu Kızılderili’yi bu kadar heyecanlandıran şey nedir böyle!! Ne yaptınız adama?
— Ben mi? Hiçbir şey yapmadım. Sadece arkasına oturdum ve kollarımı belinin iki yanından sardım, düşmemek için de eyerinin boynuzundan tuttum sadece!!
Biraz önceki meraklı bakışları sırıtmaya karışmış servis görevlisi:
— Ama Kızılderililer eyer kullanmazlar ki! :)))

Anne Kız Bakire (fıkra)

Gece vakti, kasabadaki tek otele yerleşmeyi başaran adam; bir duş alır ve hemen bara iner.. Bakar, 50–55 yaşlarında bir hatun, lakin mihrap yerinde. Yanaşır. Bir kaç dubleden sonra hatun olur bir ilahe ve çok geçmez çıkarlar odaya.. Kadın, ilişkiden fazlasıyla memnun kalmış olacak ki, adamın kulağına fısıldar:
— Seni ödüllendirmem gerek, hiç anne kız birlikte oldun mu?
Duyduklarına inanamayan adam:
— Hayır...
— İster misin peki?
— Bayılırım..
Kadın:
— Gel o zaman, bize gidelim.
Yola çıkarlar, bir süre sonra kasabanın sonunda tek katlı bir eve varırlar. Bahçeye önde giren kadın, evin kapısını açar, karanlıkta içeriye seslenir:
— Anne! Anneciğim!! Sana bir sürprizim var... Uyumadın değil mi? :)

Öksürenleri Becereceksin (fıkra)

Hostesler dışında tek bir kadının dahi bulunmadığı İstanbul – Bangkok seferini yapan uçakta tıka basa erkek doludur. Uçak; Bangkok’un uluslar arası havaalanına inmeye hazırlanırken pilot, rutin konuşmasından sonra ciddileşen ses tonuyla:
— Beyler! Neden Tayland’a geldiğiniz malum! Ama izin verirseniz, size Tayland Sağlık Bakanlığının 2008 / 2009 verilerini okuyayım. Buna göre, seks alanında çalışan Tayland'lı kadınların %50'sinde AIDS var, diğer %50'sinde de tüberküloz (verem). Bu bilgileri, siz müşterilerimizle paylaşmayı bir görev olarak algılar, size iyi eğlenceler dilerim!!
Tüm müşterilerin pür dikkat pilotun söylediklerine kilitlendiğini suratlardan çıkaran 70 yaşlarında, kulağı iyi işitmeyen, arka sıralardaki bey amca, yanındaki tahtakale bıçkını tezgahtar görünümündeki delikanlıyı dürter:
— Evladım, pilot bey ne dedi, ben tam anlayamadım?
Genç adam bakar, adam sağır. Uzun uzun anlatmanın da güçlüğü var, anlamı yok! Amcanın kulağına eğilip bağırır:
— Amcaaaaa! Öksürenleri becereceksin, öbürlerine dokunmayacaksın!!

Temel Hacca Gitmeye Karar Verir (fıkra)

Bir gün hacca gitmeye karar veren Temel Fadime'ye demiş ki:
-Ula Fadime, hakkını helal et, ben hacca gidiyorum.
-Ula Temel, bir şartım var; beni de hacca götürürsen hakkımı o zaman helal ederim.
-Ula Fadime, paramız yetmez ki.
-Eğer beni de hacca götürmezsen, ben de hakkımı sana helal etmem!..
O kadar dil döktüğü halde karısını bir türlü ikna edemeyen Temel, sonunda Fadime'nin isteğine razı olmuş:
-Tamam gel, o zaman annelerimizle helalleşelim.
Temel'in annesine giderek demişler ki:
-Anne, hakkını helal et, biz hacca gidiyoruz.
-Ula uşağım, bir şartım var: beni de hacca götürürsen, hakkımı o zaman helal ederim!..
Zavallı Temel çaresiz boynunu bükmüş:
-Tamam anacığım, sen de gel.
Hep birlikte Fadime'nin annesine giderek demişler ki:
-Hakkını helal et, biz hacca gidiyoruz.
Temel'in kaynanasının gözleri parlamış:
-Ula damat, beni de hacca götürürsen; hakkımı helal ederim!..
Çaresiz kalan Temel, kaynanasını da yanına almış. Hep birlikte hacca giderek, haccın gereklerini yerine getirmişler. Dönecekleri gün, herkes son ibadetlerini ve tövbelerini yapmak için odalarına geçmiş. Temel odasına giderken annesinin tövbesini duymuş:
-Allahım beni affet, Temel'in babasını 4 kez aldattım!
Şaşkınlık içinde yürümesine devam edenTemel, ikinci odada kaynanasının tövbesini duymuş:
-Allah'ım beni affet, Fadime'nin babasını 8 kez aldattım!
İyice afallayan Temel, son odada Fadime'nin tövbesini duymuş:
-Allahım beni affet, Temel'i 1 kez aldattım!
Büyük bir sok içerisinde odasına kapanan Temel, dizlerinin üstüne çökerek başlamış tövbe etmeye:
-Allahım, sen onları boş ver!.. Huzuruna bu kadar günahkârı getirdiğim için, sen beni affet Allah'ım!..

19 Nisan 2015 Pazar

Yüzme Bilmiyor

Çıkıp suyun üstünde yürüseniz bile, "çünkü yüzme bilmiyor" diyerek eleştirenler her daim olacaktır.
O yüzden siz işinize bakın.!

18 Nisan 2015 Cumartesi

16 Nisan 2015 Perşembe

Bugün seni çok seviyor olabilirim, Ama bu yarın nefret etmeyeceğim anlamına gelmez. O yüzden kalbimdeki yerini bil ve beni çok üzme.

Bugün seni çok seviyor olabilirim,
Ama bu yarın nefret etmeyeceğim anlamına gelmez.
O yüzden kalbimdeki yerini bil ve beni çok üzme.

Bazen bir mesajı yazmak için defalarca silersin.

Bazen bir mesajı yazmak için Defalarca silersin. Bir kaç kere okur da yine de beğenmezsin. Bu ona verdiğin aşırı degerdendir. Senin içinde kıyametler kopar da; Sen 'O'nun dalından yaprak düşüremezsin..

KaIeyi sattım, fiIIer isyanda, vezir intihar etti.

KaIeyi sattım, fiIIer isyanda, vezir intihar etti. Bu arada atIarı da serbest bıraktım! Çevremdeki piyonIardan zaten medet ummadım… Şimdi şah oIduğunu düşünen varsa buyursun hamIe yapsın!