Bir gün oturup çay içelim seninle.
Çaylar benden olsun, manzaralar senden.
Güncel Konular, Yarışma Soruları ve Cevapları, Eğlence, Fıkra, Siyaset, Genel Kültür,Bilgi Yarışması, Anlamlı Sözler
Bu Blogda Ara
28 Mayıs 2014 Çarşamba
27 Mayıs 2014 Salı
Akıl Defteri
Akıl Defteri veya İngilizce özgün adıyla Memento, 2000 yılı Amerikan yapımı Christopher Nolan tarafından yazılıp yönetilen daha önce kardeşi Jonathan Nolan tarafından yazılmış kısa hikaye "Memento Mori" 'den uyarlama psikolojik gerilim filmidir.
Diktireceğiniz elbise için sık dokunmuş pamuklu bir kumaş tercih ettiyseniz hangisini seçmişsiniz demektir?
Diktireceğiniz elbise için sık dokunmuş pamuklu bir kumaş tercih ettiyseniz hangisini seçmişsiniz demektir?
GABARDİN
GABARDİN
Klasik bir mantının hamuru genellikle hangi şekilde kesilir?
Klasik bir mantının hamuru genellikle hangi şekilde kesilir?
KARE
KARE
Eski kuşaklar fihrist kelimesini daha çok ne için kullanırlar?
Eski kuşaklar fihrist kelimesini daha çok ne için kullanırlar?
Sözlük
Ajanda
Telefon rehberi
Atlas
Cevap : Telefon rehberi
Sözlük
Ajanda
Telefon rehberi
Atlas
Cevap : Telefon rehberi
ESKİ BİR ŞARKININ SÖZLERİNDE sevilen kişiye duyulan aşk anlatılırken iltifat olarak söylenen "tuti dillim" sözündeki "tuti" hangi kuştur?
ESKİ BİR ŞARKININ SÖZLERİNDE sevilen kişiye duyulan aşk anlatılırken iltifat olarak söylenen "tuti dillim" sözündeki "tuti" hangi kuştur?
PAPAĞAN
PAPAĞAN
Almancadan gelen "Şnorkel"in kelime kökeninin anlamı nedir?
Almancadan gelen "Şnorkel"in kelime kökeninin anlamı nedir?
Horlama
Kahkaha
Flüt
Ciğer
Cevap :HORLAMA
Horlama
Kahkaha
Flüt
Ciğer
Cevap :HORLAMA
"Veronica ölmek istiyor" adlı kitabın yazarı kimdir?
"Veronica ölmek istiyor" adlı kitabın yazarı kimdir?
Cevap : Paula Coelho
Cevap : Paula Coelho
Kara sınırı olmayan bir ülkeye gittiyseniz nerdesiniz demektir?
Kara sınırı olmayan bir ülkeye gittiyseniz nerdesiniz demektir?
Cevap : JAPONYA
Cevap : JAPONYA
Futbolda bir oyuncuya pas verdikten sonra hemen geri alınarak kullanılan pasa ne ad verilir?
Futbolda bir oyuncuya pas verdikten sonra hemen geri alınarak kullanılan pasa ne ad verilir?
Cevap : DUVAR
Cevap : DUVAR
oRTAÇAĞDA KALE KAPISI ANLAMINA GELEN KATARAKT KELİMESİNİN KÖKENİ yUNANCADA HANGİ ANLAMA GELMEKTEDİR?
ORTAÇAĞDA KALE KAPISI ANLAMINA GELEN KATARAKT KELİMESİNİN KÖKENİ YUNANCADA HANGİ ANLAMA GELMEKTEDİR?
Cevap : ŞELALE
Cevap : ŞELALE
Hangi Avrupa ülkesinde yapılan referandum sonucunda asgari ücretin 4500 dolar olması reddedilmiştir?
Geçtiğimiz günlerde hangi Avrupa ülkesinde yapılan referandum sonucunda asgari ücretin 4500 dolar olması reddedilmiştir?
İsviçre
Norveç
İsveç
Danimarka
Cevap :İSVİÇRE
İsviçre
Norveç
İsveç
Danimarka
Cevap :İSVİÇRE
26 Mayıs 2014 Pazartesi
E-posta ile düğüne davet eden arkadaşıma çeyrek altının resmini yolladım, Pişman değilim, gene yaparım.
E-posta ile düğüne davet eden arkadaşıma
çeyrek altının resmini yolladım, pişman değilim, gene yaparım.
çeyrek altının resmini yolladım, pişman değilim, gene yaparım.
Arkamdan atıp tutmanın üç nedeni olabilir: Ya fesatsındır, ya salaksındır, ya da mesafeyi koyduğum yerde kalmışsındır
Arkamdan atıp tutmanın üç nedeni olabilir: Ya fesatsındır, ya salaksındır, ya da mesafeyi koyduğum yerde kalmışsındır.
Delicedir davranışlarım, destursuzdur laflarım
Delicedir davranışlarım, destursuzdur laflarım.
Dosta dost, düşmana düşmanımdır...
Ben buyum arkadaş seven sever, sevmeyen çeker gider..
Dosta dost, düşmana düşmanımdır...
Ben buyum arkadaş seven sever, sevmeyen çeker gider..
Sizin de babanız o uyurken kanal değiştirdiğinizde " değiştirmeyin ben dinliyorum" diyor değil mi?
Sizin de babanız o uyurken kanal değiştirdiğinizde " değiştirmeyin ben dinliyorum" diyor değil mi?
Hepsi aynı bunların...
Hepsi aynı bunların...
Burdan sevgilisi olanlara sesleniyorum, bizim de vardı sizinkiler gibi
Burdan sevgilisi olanlara sesleniyorum, bizim de vardı sizinkiler gibi,
Sizinkilerde gidecek bir gün bizimkiler gibi .. :))
Sizinkilerde gidecek bir gün bizimkiler gibi .. :))
25 Mayıs 2014 Pazar
Cân-ı Gönülden "Bismillah" Desen Deniz Yol Olur.
Vaktiyle Eminönü civarinda ayakkabi tamirciligi (eskici) yapan fakir (çok az gelirli) kanaatkar bir zât varmis. Bu zât günlük kazanciyla geçinir ve son derece helâl kazançla evine yiyecek-içecek götürürmüs.
Bir gün bu zât, Eminönü'ndeki Yeni Câmi'de namazdan sonra vaaz dinler. Kürsüde vaaz veren hoca efendi, vaa'zinda "Her kim cân-ü gönülden, inanarak (Bismilâhirahmânirrahim) dese ve deniz üzerinden yürüse deniz yol olur. Allâhü Teâlâ kuvvet ve kudret sahibidir. Kendisine kalbden bagli olanlara yardim eder. Lutf ve ihsanda bulunur" der.
Bu vaazi kendinden geçerek, cân-ü gönülden dinleyen eskici zât aksam olunca kulübesini kapatir. Evine gitmek üzere Sarayburnu'na gelir. Evi de Üsküdar'da ve " Bismilâhirahmânirrahim " diyerek adimini denize atmis. Yürüyerek evine varmış. Kapiyi çalmis. Hanimi kapiyi açmış. Karsisinda kocasini görünce: Hayrola efendi. Bugün erken geldin der. Adam olanları anlatır.
—"Aman efendi" der. O hoca efendiyi yarın evimize davet et. Aksam üzeri hoca efendiyle beraber gelin. Sakin ha unutma diye rica eder.
Ayakkabı tamirciliği yapan zât, ertesi gün hoca efendinin vâzu-nasihatini dinledikten sonra hocanın elini öper ve hocam sizden bir ricam olacak, kabul buyurur musunuz? der. Hoca efendi:
- "Hay hay evlâd başımın üstüne" der. Sağlam inançlı, işi (ameli) temiz saf Müslüman eskici zât:
—Efendim, bu aksam yemegini bizim fakir hânede lütfeder misiniz? Refikam (hanimim) çok rica etti. "Mutlaka Hoca efendiyi bu aksam getir bir fakir çorbasi içirelim. Elini öpüp duasını alalım" dedi der.
Hoca efendi ile beraber Sarayburnu'na (Gülhane parkinin kösesine) gelirler. Haydi bakalim hoca efendi; " Bismilâhirahmânirrahim " der adimini denize atar. Ayakkabi tamircisi hiç sagina soluna bakmadan hem yürür, hem de: Hocam Allah sizden razi (hosnut) olsun. Bu duayi ögrettiniz de kolayca evime gidip gelebiliyorum. Ayrica Üsküdar'a geçerken kayiga verdigim para da bize kaliyor diyerek hocaya dua ve tesekkür ederek denizden Kizkulesine dogru yaklaşır. Hoca efendiden ses gelmeyince, arkasina dönüp bakar. Bir de ne görsün; hoca efendi sahilde bekliyor. Ayakkabi tamircisi zât:
- Aman hocam! Niye bekliyorsunuz? Buyursaniza.
Hoca efendi Ayakkabi tamircisine el ederek: Gel gel der. Adamcagiz geri gelir. Acaba hoca efendi gitmekten vaz mi geçti? diye korkarak:
—Aman hocam elini ayagini öpeyim! Neden buyur muyorsunuz? Bu duayi dün siz söylediniz. Sizden ögrendim: "Besmelenin faziletini" Siz dediniz. Kim ki, kalpten inanarak: " Bismilâhirahmânirrahim " dese deniz yol olur demistiniz der.
Hoca efendi;
— Evet, evlâd! Ben dedim ve hem de dedigim gibidir. Fakat buraya gelince mel'un seytan beni aldatti. Bir an acaba?., dedim. Acaba demeden adımımı atıp seninle yürüseydim, seninle gelirdim. Ama artik sendeki sağlam imân bende yok. Bir kere süphe (kusku) girdi içime. Acaba dedim. Artik gelemem batarim dedi.
ÜCRET yaşanmış hayat hikayeleri
ÜCRET
Soguk bir kis gecesinde eve dönerken, kaldirimin ortalik yerinde duran genç bir adama rastladim. Derin derin soluk aliyor ve düsmemek için yanindaki elektrik diregine sariliyordu. Bir vitrine bakiyormus gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim. Otuzbes-kirk yaslarinda olmaliydi ve üstü basi da bir sarhostan beklenmeyecek kadar temizdi. Yanindan geçenlerden bazilari yüksek sesle konusarak içki içmenin kötülügünden bahsediyor, bazilari da sadece alayli gülümsemelerle yetiniyordu. Yolun bosalmasini kolladiktan sonra yavasça yanina sokularak:
-Iyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyaciniz var mi?
Zorlukla aralayabildigi dudaklarindan iniltiye benzeyen tek bir kelime çikabildi:
-Hastayim…
Düsmemesi için bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Aksam vakitlerinde kesilen kar yagisi tekrar baslamis, yavas yavas beyazlanmaya baslayan yollarda birbiriyle yarisan sokak köpeklerinin disinda bir hayat emaresi kalmamisti.
Gece yarisini geçtigimiz için araba bulmaktan ümidimi kestigim sirada, yanimda bir taksi duruverdi. Soföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektigini söyledim. Hastamizi zor da olsa arka koltuga yatirarak hastahanenin yolunu tuttuk ve verilen serum tamamlanana kadar iki saate yakin bir süre basucunda bekledik.
Nöbetçi doktor, hastayi en azindan donmaktan kurtardigimizi ifade ediyor, kendine gelmekte olan genç adam ise henüz konusamadigi için, sadece gözlerimizin içine bakip gülümsemekle yetiniyordu. Daha sonra onu soförle birlikte tekrar arabaya bindirip evine götürdük. Hastamizin esi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiginden müthiş bir paniğe kapılmış ve 5-6 yaşlarındaki yavrusunu da alıp sokağa fırlamıştı.
Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinçle kucaklaştılar. Saatler süren yorgunluğumuz bir anda kaybolmuş, bize nasıl tesekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolu dolu olmuştu. Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumun ne kadar oldugunu sordum. Bana fark ettirmeden gözyaşlarını silmeye çalışırken:
-Borçlu degil alacaklısın dostum, dedi. Böyle bir iyiliğe beni de ortak etmekle borcunu zaten ödemistin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bu adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için alacaklı duruma düştün. O mert adamla kucaklaşıp helalleşirken, artık gecenin ayazını duymuyor ve evime yürüyerek gitmek istiyordum. Kim bilir? Belki de yolumun üzerinde yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.
Soguk bir kis gecesinde eve dönerken, kaldirimin ortalik yerinde duran genç bir adama rastladim. Derin derin soluk aliyor ve düsmemek için yanindaki elektrik diregine sariliyordu. Bir vitrine bakiyormus gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim. Otuzbes-kirk yaslarinda olmaliydi ve üstü basi da bir sarhostan beklenmeyecek kadar temizdi. Yanindan geçenlerden bazilari yüksek sesle konusarak içki içmenin kötülügünden bahsediyor, bazilari da sadece alayli gülümsemelerle yetiniyordu. Yolun bosalmasini kolladiktan sonra yavasça yanina sokularak:
-Iyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyaciniz var mi?
Zorlukla aralayabildigi dudaklarindan iniltiye benzeyen tek bir kelime çikabildi:
-Hastayim…
Düsmemesi için bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Aksam vakitlerinde kesilen kar yagisi tekrar baslamis, yavas yavas beyazlanmaya baslayan yollarda birbiriyle yarisan sokak köpeklerinin disinda bir hayat emaresi kalmamisti.
Gece yarisini geçtigimiz için araba bulmaktan ümidimi kestigim sirada, yanimda bir taksi duruverdi. Soföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektigini söyledim. Hastamizi zor da olsa arka koltuga yatirarak hastahanenin yolunu tuttuk ve verilen serum tamamlanana kadar iki saate yakin bir süre basucunda bekledik.
Nöbetçi doktor, hastayi en azindan donmaktan kurtardigimizi ifade ediyor, kendine gelmekte olan genç adam ise henüz konusamadigi için, sadece gözlerimizin içine bakip gülümsemekle yetiniyordu. Daha sonra onu soförle birlikte tekrar arabaya bindirip evine götürdük. Hastamizin esi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiginden müthiş bir paniğe kapılmış ve 5-6 yaşlarındaki yavrusunu da alıp sokağa fırlamıştı.
Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinçle kucaklaştılar. Saatler süren yorgunluğumuz bir anda kaybolmuş, bize nasıl tesekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolu dolu olmuştu. Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumun ne kadar oldugunu sordum. Bana fark ettirmeden gözyaşlarını silmeye çalışırken:
-Borçlu degil alacaklısın dostum, dedi. Böyle bir iyiliğe beni de ortak etmekle borcunu zaten ödemistin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bu adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için alacaklı duruma düştün. O mert adamla kucaklaşıp helalleşirken, artık gecenin ayazını duymuyor ve evime yürüyerek gitmek istiyordum. Kim bilir? Belki de yolumun üzerinde yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.
24 Mayıs 2014 Cumartesi
Fakir Kadın KISSADAN HİSSE
Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:
- Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
- Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş.
Kadına bir kese altın uzatıp:
- Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem
Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:
- Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:
- Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun!
---------Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır, kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki, elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız.
Sağlık gibi.Evlat gibi.Ana baba,kardeş gibi.----------
- Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
- Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş.
Kadına bir kese altın uzatıp:
- Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem
Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:
- Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:
- Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun!
---------Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır, kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki, elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız.
Sağlık gibi.Evlat gibi.Ana baba,kardeş gibi.----------
Çobanın Aşkı KISSADAN HİSSE
MUTLAKA OKUYUN!
Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden baska bir sey bilmediginden mi, konusmaya mecali olmadigindan mi bilinmez, arkadasi anlatiyordu onun halini:
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, isi gücü, gecesi gündüzü havasi suyu o kiz oldu sanki. Ne desem kar etmiyor, son bir çare diye geldik size. "Halbuki sen bir garip çobansin, o padisahin kizi, davul bile dengi dengine" dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde askin gözü kördür diye de buna diyorlar, degil mi efendim…
Ihtiyar adam bu esnada gözlerini dikmis, iskeletinin üstüne deriden bir zirh giydirilmiscesine zayif, çelimsiz, saçi sakalina karismis, uzaklara dalip dalip giden, gözlerinde asktan gayrisi kalmayan diger çobani süzüyordu. Sonra bir ah çekti yüzünü, nefes almadan konusmasini sürdüren delikanliya çevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz ve tane tane anlatmaya basladi.
Iki genç çobanin, çökmek üzere olan bu dag kulübesinde dertlerine derman aradiklari ihtiyar adam, aslinda padisahin bütün dertlerini paylastigi, her meselesini danistigi bir bilge idi. Yillar önce padisah kendisini taniyip sevdiginde bir tek sey istemisti ondan; burada yasamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim oldugunu. O günden beri de bu kulübede yasiyor, gelen geçene ikram edip, gül alip gül satiyordu. Padisahin kizinin askiyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanindaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarin padisahin gönlüne sultan oldugunu.
Asik genç, ihtiyar adamin anlattiklarini dinledikten sonra, her seyin bittigi anda baslayan son ümide simsiki sarilanlarin o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mi efendim, dedi, yani o magarada elimde tesbih , kirk gün Allah dersem sevdigime kavusabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?
- Evet , dedi bilge, kirk gün o magarada gece gündüz Allah diyeceksin, kirk gün sonra padisahin kizi senindir.
Iki dost hemen yola çiktilar, asik çobanin yüzüne kan, dizlerine derman, yüregine yeniden can gelmisti. Arkadasina sarilip, elinde tespih, gönlünde ask, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, magaranin yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapatti, kalbini padisahin kizina bagladi, eline tesbihini aldi ve dudaklari kipirdamaya basladi: Allah, Allah, Allah…
Günler günleri padisahin kizinin hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, magaranin yakinindaki köyleri bir söylenti çoktan sarmisti. Herkes birbirine karsi dagdaki magarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çikisinda ihtiyarlar, çesme basinda kadinlar, tarlada isçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konusuyordu:
- Şu karsi magarada bir genç varmis, kendini Allah’a adamis, gece gündüz durmadan Allah diyormus, Allah Allah …
Aşık dostunun ne halde oldugunu merak eden genç çoban, magaraya geldiginde üç hafta geride kalmisti bile. Bizimkinin gözleri kapaliydi, dudaklarinin da kipirdamadigini görünce, uyuyakaldi herhalde diye düsündü. Tespih tanelerinin parmaklarinin arasinda dolasmaya devam ettigini görünce de, bu nasil uyku diye sordu kendine. Bu sirada gözlerini açan genç adam , karsisinda arkadasini görünce, günlerdir yalnizligiyla paylastiklarini birbiri ardinca anlatmaya basladi: Kirk günün yaridan fazlasi geçmisti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padisahin kizi vardi, ne bir haber, ne bir ümit kirintisi… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayir diyor, tespihine bakiyor, bir kalp gibi atan sag el isaret parmagini sabitlemeye çalisiyor, avuçlarini sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalastilar. Ay isiginda dostunun gözlerine yayilan baskalik dikkatini çekmisti genç çobanin.
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldi, gözlerini kapatti, boynunu neye baglayacagini bilemedigi, kalbine dogru büktü, dudaklari kipirdamiyordu artik, sustu gece, magaranin duvarlari sustu, tükendi her sey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldi: Allah…
Kirk günün dolmasina üç-bes gün kala, magaradaki dervisin nami bütün ülkeyi sarmis, nihayet sarayin koridorlarinda konusulur olmu stu. Meselenin aslini merak eden padisaha, bu insanlarin bir yerde sürekli kalmadiklarindan, bulunduklari mekana bereket getirdiklerinden, ne yapip-edip bu dervisi ülkelerinde yasamaya ikna etmeleri gerektiginden uzun uzun bahsetti basveziri . Ne yapmasi gerektigini artik bilen padisah, nasil yapmasi gerektigini bilemedigi bütün zamanlarda yaptigi gibi, dag kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarin önünde. Derdini anlatti, derman diledi. Sarayinin yanina bir saray yaptirmaktan, o dervisi veziri yapmaya, sancak-tug vermeye kadar saydigi her sey, bilgenin:
- Hünkarim , gönül erleri mala-mülke, makama-mansiba itibar etmezler, demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padisahlarla köleleri ayni etegin önünde diz çöktürür, birinin derdini digerine derman eyler, ikisini de ayni tebessümle bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikahini teklif etmiyorsunuz sultanim, dedi.
- Nasil yani, diyebildi, bu serefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?
Kirkinci günün günesi batmak üzereydi genç asigin magarasinin üstünden… Padisah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarinda vezirler, onlarin arkasinda halktan merakli bir kalabalik ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalisan asik çobanin arkadasi, magaraya dogru yürümeye basladilar. Bu arada bizim asik kendinden öylesine geçmis, tespihiyle öylesine bir olmustu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten baska bir sey bulamasalar sasirmazlardi.
Padisah edepte kusur etmemeye çalisarak içeri girdi, ellerini birbirine bagladi, duyulmasi güç bir sesle;
- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavasça basini çevirdi asik , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir saskinlik emaresi yoktu, sapsari bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, magara, tespih, sessizlik, duvar… Hatta günes bile batmaktan vazgeçmis, kafasini magaranin içine dogru uzatarak olan biteni görme telasindaydi.
Padisah meramini anlatti, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tug ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervisin.
- Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kizim var efendim, zat-i alinize layik degil belki, ama lütfeder nikahiniza alirsaniz bizi bahtiyar edersiniz…
Kirk günlük çile nihayet bitmis, olmaz denilen olmustu. Iste asik masukuna kavu s acak , murad hasil olacakti. Bizimkinin arkadasi sevinçten agliyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabi verilsin diye yaratilmisti. Sessizlik ilk defa bagirmak, haykirmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydi.
Usulca dogruldu oturdugu yerden, etrafini söyle bir süzdükten sonra, gözlerini padisahin gözlerine dikti, sarhos gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:
- Hayir , dedi, kizinizi istemiyorum.
Birden ortaligi bir sessizlik kaplayiverdi. Padisah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler saskinlikla birbirine bakiyor, bilge tebessüm ediyordu. Asik çobanin genç arkadasi yasli gözlerini silip, birden ileri atilarak bozdu sessizligi. Dostunun yanina geldi, kulagina egilip:
- Sen ne yapiyorsun, dedi, kirk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiginin farkinda misin?
Güldü asik çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kirk gün padisahin kizi için Allah dedim, Allah padisahla vezirlerini ayagima getirdi. Ya bir de Allah için "Allah" deseydim…
Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden baska bir sey bilmediginden mi, konusmaya mecali olmadigindan mi bilinmez, arkadasi anlatiyordu onun halini:
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, isi gücü, gecesi gündüzü havasi suyu o kiz oldu sanki. Ne desem kar etmiyor, son bir çare diye geldik size. "Halbuki sen bir garip çobansin, o padisahin kizi, davul bile dengi dengine" dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde askin gözü kördür diye de buna diyorlar, degil mi efendim…
Ihtiyar adam bu esnada gözlerini dikmis, iskeletinin üstüne deriden bir zirh giydirilmiscesine zayif, çelimsiz, saçi sakalina karismis, uzaklara dalip dalip giden, gözlerinde asktan gayrisi kalmayan diger çobani süzüyordu. Sonra bir ah çekti yüzünü, nefes almadan konusmasini sürdüren delikanliya çevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz ve tane tane anlatmaya basladi.
Iki genç çobanin, çökmek üzere olan bu dag kulübesinde dertlerine derman aradiklari ihtiyar adam, aslinda padisahin bütün dertlerini paylastigi, her meselesini danistigi bir bilge idi. Yillar önce padisah kendisini taniyip sevdiginde bir tek sey istemisti ondan; burada yasamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim oldugunu. O günden beri de bu kulübede yasiyor, gelen geçene ikram edip, gül alip gül satiyordu. Padisahin kizinin askiyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanindaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarin padisahin gönlüne sultan oldugunu.
Asik genç, ihtiyar adamin anlattiklarini dinledikten sonra, her seyin bittigi anda baslayan son ümide simsiki sarilanlarin o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mi efendim, dedi, yani o magarada elimde tesbih , kirk gün Allah dersem sevdigime kavusabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?
- Evet , dedi bilge, kirk gün o magarada gece gündüz Allah diyeceksin, kirk gün sonra padisahin kizi senindir.
Iki dost hemen yola çiktilar, asik çobanin yüzüne kan, dizlerine derman, yüregine yeniden can gelmisti. Arkadasina sarilip, elinde tespih, gönlünde ask, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, magaranin yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapatti, kalbini padisahin kizina bagladi, eline tesbihini aldi ve dudaklari kipirdamaya basladi: Allah, Allah, Allah…
Günler günleri padisahin kizinin hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, magaranin yakinindaki köyleri bir söylenti çoktan sarmisti. Herkes birbirine karsi dagdaki magarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çikisinda ihtiyarlar, çesme basinda kadinlar, tarlada isçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konusuyordu:
- Şu karsi magarada bir genç varmis, kendini Allah’a adamis, gece gündüz durmadan Allah diyormus, Allah Allah …
Aşık dostunun ne halde oldugunu merak eden genç çoban, magaraya geldiginde üç hafta geride kalmisti bile. Bizimkinin gözleri kapaliydi, dudaklarinin da kipirdamadigini görünce, uyuyakaldi herhalde diye düsündü. Tespih tanelerinin parmaklarinin arasinda dolasmaya devam ettigini görünce de, bu nasil uyku diye sordu kendine. Bu sirada gözlerini açan genç adam , karsisinda arkadasini görünce, günlerdir yalnizligiyla paylastiklarini birbiri ardinca anlatmaya basladi: Kirk günün yaridan fazlasi geçmisti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padisahin kizi vardi, ne bir haber, ne bir ümit kirintisi… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayir diyor, tespihine bakiyor, bir kalp gibi atan sag el isaret parmagini sabitlemeye çalisiyor, avuçlarini sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalastilar. Ay isiginda dostunun gözlerine yayilan baskalik dikkatini çekmisti genç çobanin.
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldi, gözlerini kapatti, boynunu neye baglayacagini bilemedigi, kalbine dogru büktü, dudaklari kipirdamiyordu artik, sustu gece, magaranin duvarlari sustu, tükendi her sey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldi: Allah…
Kirk günün dolmasina üç-bes gün kala, magaradaki dervisin nami bütün ülkeyi sarmis, nihayet sarayin koridorlarinda konusulur olmu stu. Meselenin aslini merak eden padisaha, bu insanlarin bir yerde sürekli kalmadiklarindan, bulunduklari mekana bereket getirdiklerinden, ne yapip-edip bu dervisi ülkelerinde yasamaya ikna etmeleri gerektiginden uzun uzun bahsetti basveziri . Ne yapmasi gerektigini artik bilen padisah, nasil yapmasi gerektigini bilemedigi bütün zamanlarda yaptigi gibi, dag kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarin önünde. Derdini anlatti, derman diledi. Sarayinin yanina bir saray yaptirmaktan, o dervisi veziri yapmaya, sancak-tug vermeye kadar saydigi her sey, bilgenin:
- Hünkarim , gönül erleri mala-mülke, makama-mansiba itibar etmezler, demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padisahlarla köleleri ayni etegin önünde diz çöktürür, birinin derdini digerine derman eyler, ikisini de ayni tebessümle bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikahini teklif etmiyorsunuz sultanim, dedi.
- Nasil yani, diyebildi, bu serefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?
Kirkinci günün günesi batmak üzereydi genç asigin magarasinin üstünden… Padisah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarinda vezirler, onlarin arkasinda halktan merakli bir kalabalik ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalisan asik çobanin arkadasi, magaraya dogru yürümeye basladilar. Bu arada bizim asik kendinden öylesine geçmis, tespihiyle öylesine bir olmustu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten baska bir sey bulamasalar sasirmazlardi.
Padisah edepte kusur etmemeye çalisarak içeri girdi, ellerini birbirine bagladi, duyulmasi güç bir sesle;
- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavasça basini çevirdi asik , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir saskinlik emaresi yoktu, sapsari bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, magara, tespih, sessizlik, duvar… Hatta günes bile batmaktan vazgeçmis, kafasini magaranin içine dogru uzatarak olan biteni görme telasindaydi.
Padisah meramini anlatti, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tug ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervisin.
- Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kizim var efendim, zat-i alinize layik degil belki, ama lütfeder nikahiniza alirsaniz bizi bahtiyar edersiniz…
Kirk günlük çile nihayet bitmis, olmaz denilen olmustu. Iste asik masukuna kavu s acak , murad hasil olacakti. Bizimkinin arkadasi sevinçten agliyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabi verilsin diye yaratilmisti. Sessizlik ilk defa bagirmak, haykirmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydi.
Usulca dogruldu oturdugu yerden, etrafini söyle bir süzdükten sonra, gözlerini padisahin gözlerine dikti, sarhos gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:
- Hayir , dedi, kizinizi istemiyorum.
Birden ortaligi bir sessizlik kaplayiverdi. Padisah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler saskinlikla birbirine bakiyor, bilge tebessüm ediyordu. Asik çobanin genç arkadasi yasli gözlerini silip, birden ileri atilarak bozdu sessizligi. Dostunun yanina geldi, kulagina egilip:
- Sen ne yapiyorsun, dedi, kirk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiginin farkinda misin?
Güldü asik çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kirk gün padisahin kizi için Allah dedim, Allah padisahla vezirlerini ayagima getirdi. Ya bir de Allah için "Allah" deseydim…
22 Mayıs 2014 Perşembe
Adam gazeteye ilan vermiş: "Eş arıyorum". Ertesi gün yüzlerce mektup almış
Adam gazeteye ilan vermiş: "Eş arıyorum". Ertesi gün yüzlerce mektup almış..
"Benimkini alabilirsin" :))
"Benimkini alabilirsin" :))
20 Mayıs 2014 Salı
Uzaktaki birini nasıl bu kadar seviyorsun diyorlar
Uzaktaki birini nasıl bu kadar seviyorsun diyorlar.
Gözü gözüme değil, yüreği yüreğime değdi bilmiyorlar...
Gözü gözüme değil, yüreği yüreğime değdi bilmiyorlar...
Kral veya kraliçenin parlamentoya gittiği açılış gününde bir parlamento üyesini sarayda rehin tutma geleneği hangi ülkede uygulanmaktadır?
Kral veya kraliçenin parlamentoya gittiği açılış gününde bir parlamento üyesini sarayda rehin tutma geleneği hangi ülkede uygulanmaktadır?
Cevap : İNGİLTERE
Cevap : İNGİLTERE
Farsçadan dilimize geçen ve "denizci" anlamında kullanılan "levent"in kelime anlamı nedir?
Farsçadan dilimize geçen ve "denizci" anlamında kullanılan "levent"in kelime anlamı nedir?
Çapkın
Yabancı
Kuvvetli
Genç
Cevap : ÇAPKIN
Çapkın
Yabancı
Kuvvetli
Genç
Cevap : ÇAPKIN
Sarı saçlım mavi gözlüm nerdesin türküsünü kim seslendirmektedir?
Sarı saçlım mavi gözlüm nerdesin türküsünü kim seslendirmektedir?
Cevap : Aşık Mahsuni Şerif
Cevap : Aşık Mahsuni Şerif
İzlediğiniz futbol maçındaki takımlar Timsahlar- horozlar lakaplarıyla anons ediliyorsa hangi iki takım karşılaşıyordur?
İzlediğiniz futbol maçındaki takımlar Timsahlar- horozlar lakaplarıyla anons ediliyorsa hangi iki takım karşılaşıyordur?
Bursaspor- Denizlispor
Bursaspor- Denizlispor
İki elin işaret parmaklarına takılan mızraplarla çalınan enstrüman hangisidir?
İki elin işaret parmaklarına takılan mızraplarla çalınan enstrüman hangisidir?
Keman
Kanun
Tulum
Kemençe
Cevap :KANUN
Keman
Kanun
Tulum
Kemençe
Cevap :KANUN
Nüfus cüzdanının hangi bölümünde kırmızı renkli ıslak mühür basılıdır?
Nüfus cüzdanının hangi bölümünde kırmızı renkli ıslak mühür basılıdır?
Ön sayfa üstünde
Ön sayfa altında
Arka sayfa üstü
Arka sayfa altı
Cevap : Arka sayfa altı
Ön sayfa üstünde
Ön sayfa altında
Arka sayfa üstü
Arka sayfa altı
Cevap : Arka sayfa altı
Yunan halk şarkısı Türkiyede hangi isimle bilinir?
Yunan halk şarkısı Türkiyede hangi isimle bilinir?
Zeybek
Kolbastı
Damat halayı
Kasap havası
Cevap :KASAP HAVASI
Zeybek
Kolbastı
Damat halayı
Kasap havası
Cevap :KASAP HAVASI
Yeni doğan tüm bebekler hangi notayla ağlar?
Yeni doğan tüm bebekler hangi notayla ağlar?
Do
Fa
La
Si
Cevap : LA
Do
Fa
La
Si
Cevap : LA
Hangi kelime çıkan sesten dolayı oluşmuştur?
Hangi kelime çıkan sesten dolayı oluşmuştur?
Gargara
Şelale
Papara
Şamar
Cevap : Gargara olabilir diye düşünüyorum. evet doğru cevap GARGARA
Gargara
Şelale
Papara
Şamar
Cevap : Gargara olabilir diye düşünüyorum. evet doğru cevap GARGARA
Fenerbahçe marşını 70 lerde seslendiren sanatçı kimdir?
Yaşa Fenerbahçe marşını 70 lerde seslendiren sanatçı kimdir?
Neşe Karaböcek
Nesrin Sipahi
Ajda Pekkan
Selda Bağcan
Cevap : Nesrin Sipahi
Neşe Karaböcek
Nesrin Sipahi
Ajda Pekkan
Selda Bağcan
Cevap : Nesrin Sipahi
Bol acılı yemekleriyle ünlü Chili biberinin anavatanı neresidir?
Bol acılı yemekleriyle ünlü Chili biberinin anavatanı neresidir?
Cevap : MEKSİKA
Cevap : MEKSİKA
Hangi satıcı ürününü havaya fırlatıp daireler çizdirerek müşterilerine gösterip satmaya çalışır?
Hangisinin satıcısı ürününü havaya fırlatıp daireler çizdirerek müşterilerine gösterip satmaya çalışır?
Yastık
Halı
Nevresim
Perde
Cevap : HALI
Yastık
Halı
Nevresim
Perde
Cevap : HALI
Sunuculuğunu Selçuk Yöntemin yaptığı bilgi yarışmasının adı nedir?
Sunuculuğunu Selçuk Yöntemin yaptığı bilgi yarışmasının adı nedir?
BÜYÜK RİSK
BÜYÜK RİSK
Nikah törenlerinde nikah defterine en son kim imza atar?
Türkiyedeki Nikah törenlerinde nikah defterine en son kim imza atar?
Gelin
Damat
Şahitler
Nikah memuru
Cevap : Nikah memuru
Gelin
Damat
Şahitler
Nikah memuru
Cevap : Nikah memuru
19 Mayıs 2014 Pazartesi
Yanma Vakti KISSADAN HİSSE
Hikmet, belediyeye ait ekmek fabrikasında çalışan bir işçiydi. İşine çok dikkat eder, vazifesini ihmal etmemeye çalışır, kazancının helâl olmasını isterdi. Fabrikayı hemen her akşam en geç o terkederdi.
Belediyenin ekmeği biraz daha ucuz olduğu için halk çok rağbet ediyordu. Kocaman fırının içini ara sıra temizlemek ihtiyacı hasıl olur, onu da genellikle Hikmet yapardı.
Dinî bir bayramın son günüydü. Ertesi gün ekmek çıkarılacaktı. Hikmet, temizlik yapmak için fabrikaya gitti. İçeriye girip dış kapıyı kilitledi. Işıkları yaktı ve fırının kapağını açıp içerisine girdi. Gerekli temizliği yaptıktan sonra evine gidecekti. Sabaha karşı dörde doğru gelen işçiler de, gelir gelmez elektrikle çalışan fırının düğmelerini açacak, onlar hamuru yoğurup ekmekleri hazır edene kadar da fırın güzelce ısınmış olacaktı. Hikmet temizliğe dalıp gitmişti. Bir taraftan da kendi yakıştırdığı şeyleri mırıldanıyordu.
Tam o saatlerde fırının genç ustalarından olan Cengiz fabrikaya geldi. Kirlenmiş olan beyaz önlüğünü almak için uğramıştı. O akşam yıkattırıp, ertesi gün temiz temiz giymeyi düşünüyordu.
Dış kapıyı açtığında şaşırdı. “Hayret, içerdeki elektrikler açık unutulmuş” diye mırıldandı. Gidip önlüğünü aldı. Fırının önünden geçerken açık duran fırın kapağını eliyle şöyle bir itekledi. Çıkarken ışıkları söndürmeyi de ihmal etmedi.
Elektriklerin sönmesiyle Hikmet hemen fırının kapağına koştu. Fakat heyhat, kapak üzerine kilitlenmişti. Var gücüyle bağırmaya başladı. Fırının kapağını yumrukladı. Çırpınması fayda vermiyor, sesini kimseye duyurması mümkün olmuyordu. Tüyleri diken diken oldu. Dehşete kapılmıştı. Uzun müddet kendisine gelemedi. Birazcık sakinleşince saatine baktı. Saat 23.05’i gösteriyordu. Yaklaşık beş saati kalmıştı. Bir anda ölümle burun buruna gelmişti. Yanmak onun için bu dünyada başlayacaktı.
Yavaş yavaş ısınacaktı fırın... Evvela terlediğini hissedecek, sonra bunalacak, sıcaklık yavaş yavaş sürekli artacak, artacak, artacak; vücudundaki yağlar erimeye başlayacak, etler kızaracak ve daha bütün bunlar olmaya başlamadan belki de o kalpten gidecekti. Belki de çıldıracaktı. Çılgın çılgın gülecekti... Ah, o en güzeliydi. Bir delirebilseydi, düşüncenin kezzap gibi yakıcılığından kurtulacaktı.
Fırından yeni çıkan ekmekleri eline alınca parmaklarında duyduğu yanık acısı aklına geldi. Sadece o kadarı... Yanığın ilk safhası bile değildi ama hemen elinden bırakırdı. Şimdi ekmekler gibi kendisi pişecekti. Birkaç gün önceydi, işçilerle acıkmışlar, küçük tüpün üstünde yemek pişirmişlerdi. Bir aralık tüpün kızgın demirine değmişti eli... Hemen nasıl da kabarmış, su toplamış, sızladıkça sızlamıştı. Sadece iki parmağın acısına dayanamamış, soğuk suyun içinde tutmuştu. Ya şimdi?.. Yanan iki parmak ucu değil, bütün vücudu olacaktı. Gözlerinin önünde filmlerde gördüğü yanan adamlar canlandı. Kendi hali daha da zordu. Bir anda yanmak değildi ki bu... Adım adım, hissede hissede... Terleye çıldıra, dövüne dövüne...
İçerisinin ısındığını hissetti. Kapıyı kapatan her kimse fırını da yakmış mıydı yoksa?.. Bu hararet böyle sürekli niçin artıyordu?.. Aman Allah’ım! Beklenen an çabuk gelmişti. Saatine baktı. Saat gecenin 1.00’i olmuştu. Nasıl geçmişti iki saat? Zaman su gibi akmıştı. Bir ömür gibi... Ömürleri yanmak vaktini meyve veren insanlar gibi... Elleriyle duvarlara, demirlere dokundu. Yok canım... Korkusundan fırının yanmaya başladığını zannetmişti. Demirler soğuktu işte... Biraz sakinleşti.
Evini düşündü. Hanımı, oğlu, merak ediyor olmalıydı. Hanımını niçin azarlamıştı sanki çıkarken?.. Hayat arkadaşına karşı daha nazik, daha hürmetli olmalı değil miydi? Ya çocuğunu... Keşke dövmemiş olsaydı onu....
Onlardan da mes’ul olduğu için onların hesabını da verecekti Allah’a... Keşke hanımının dediğini yapsaydı. Hanımı ona:
“Haydi, birlikte namaza başlayalım” demişti. Hikmet ise: “Biraz daha yaşlanalım” diye cevap vermişti.
Sanki sonrasında bütün bir ömrün hesabını vermeyecek, sadece İhtiyarlığın hesabını verecekti.
Niçin sanki fırına gelirken camiye girmemişti? Müezzin gönlünün derinliklerinden geldiği belli olan sesiyle yatsı namazına davet etmiş, Allah’ın büyüklüğünü, kurtuluşun O’nun yolunda olduğunu haykırmıştı. Hiç değilse ölmeden evvel son vakit namazını kılmış olacaktı. Belki Rabbi o son vakit hürmetine affeder, diğerlerinin hesabını sormazdı. “Ah ahmak kafam” diye inledi. Halbuki beş vakit namaz kılan bir insanın hâli ne güzeldi. Kıldığı bir vakit muhakkak onun son eda ettiği vakit olacaktı ve Rabbinin huzuruna secdesiz bir alınla çıkmayacaktı. Öyle olmayı ne kadar isterdi.
Ya oğlu... Yedi yaşına girmişti. Bir baba olarak onun üstüne başına, yiyip içtiğine dikkat ettiği kadar, kalbine niçin dikkat etmemişti? Daha o yaşta her tip pisliğin televizyon ekranlarından üzerine sıçramasına nasıl da razı olmuştu? Çocuğuna Allah’ını, Peygamberini niçin sevdirmemişti?
Aklı çocukluğuna gitti... Gençliğine uğradı, tek tek dolaştı o günleri... O günlerden elinde sadece pişmanlık veren, utandıran günahlar kalmıştı. En ince teferruatına kadar bütün günahları aklına geldi. Demek bütün bu tespit edilen şeylerin hesabını verecekti.
Aklına bir fikir geldi, ‘fırının içinde teyemmüm edip namaz kılmak.’ Toprak yoktu ki... Fakat olsun... Hiç kılmamaktan iyiydi. Belki, bir ihtimal kabul edilirdi. Ellerini fırının içinde yere vurarak teyemmüm aldı. Namaza durdu. Herşeyin bitip tükendiği noktada başka kime dayanıiabilirdi ki?
Aslında her namazda öyle hissetmeliydi. Kendisini hayatında ilk defa Rabbi’yle konuşuyor gibi hissetti. Âlemlerin Rabbi’ne hamdetmeyi, O’na dayanmayı, O’ndan yardım dilemeyi, dosdoğru olmayı ilk defa böylesine anlıyordu. Bütün benliğiyle secde etti. “Eksiksiz, yüce, merhametli Sensin” dedi acizliğini iliklerine kadar duyarak...
Yatsıdan sonra kaza namazları kıldı. Rabbinden gelmişti ve O’na dönüyordu. Ah, dönüşün O’na olduğunu hiç unutmamış olsaydı. Yoruldukça oturup tövbe etti. Estağfirullah çekti.
Nasıl da daracık yerde sıkışıp kalmıştı. Fırında olduğunu hatırladıkça vücudunu ateşler basıyordu.
Cengiz ise evine gidip yatmıştı. Gece bir aralık yataktan sıçrayarak uyandı. Saatine baktı. Saat 3.15’ti. Bir rüya görmüştü. Arkadaşı Hikmet fırının içinde alev alev yanıyor, “Cengiz!” diye bas bas bağırıyordu. Nasıl bir rüyaydı bu böyle... Birden aklına geldi. Olamaz! Fırının kapağını Hikmet’in üzerine mi kapatmıştı yoksa?.. Hemen üzerini giyip sokağa fırladı. Hiç durmadan koştu. Gece işçileri henüz gelmemişlerdi. Kapıyı açtı, ışıkları yaktı. Hemen fırının kapağını açıp içeriye seslendi:
“Hikmet!”
İçeriden hiç ses gelmiyordu. Birkaç defa daha bağırdı. Hikmet, ağlaya ağlaya namaz kılıyordu. Öyle dalmıştı ki, adının söylendiğini duyunca irkildi. Olamazdı, yanlış duyuyor, hayal görüyordu. Fakat, yine duydu. Birisi ‘Hikmet’ deyip duruyordu. Hem fırının ışığı dayanmıştı.
Selam verdikten sonra kapağa doğru yürüdü. Karşısında Cengiz’i gördü. Fırından çıktı. Cengiz, bir anda hortlak görmüşçesine irkildi. Korkuyla:
“Kimsin sen?” dedi.
Hikmet’in Cengiz’e sarılmak için uzanan kolları boş kalmıştı. Hikmet hâlâ ağlıyordu.
“Ne demek sen kimsin? Hikmetim işte, görmüyor musun? Dün akşam temizlemek için girmiştim. Birisi üzerime fırının kapağını kapattı”dedi.
- “Olamaz” diyordu Cengiz. “Sen Hikmet değilsin.”
Hikmet ilk önceleri Cengiz’in bu hareketine bir ma’nâ veremedi. Nasıl olur böyle söyler, nasıl olur da mesai arkadaşı kendisini tanıyamazdı? Birden aklında bir şimşek çaktı. Hemen aynaya doğru koşup kendine baktı. Hayır, bu yüz, bu saçlar kendisinin olamazdı. Elleri kırışmış, solmuş yüzüne, bembeyaz olmuş saçlarına götürdü. Bir gecede ihtiyarlamıştı. Hıçkırıklarla sarsılıyordu. Bir daha aynaya bakamadı. Kendisinden kendisi korkmuştu. Yanmanın ne demek olduğunu bilseler kimbilir bir gecede ne kadar insan ihtiyarlayacağı. Yarın denilecek kadar kısa bir süre sonra yanmak ihtimali bu kadar hafife alınabilir miydi? Başı ellerinin arasında kalakaldı.
Belediyenin ekmeği biraz daha ucuz olduğu için halk çok rağbet ediyordu. Kocaman fırının içini ara sıra temizlemek ihtiyacı hasıl olur, onu da genellikle Hikmet yapardı.
Dinî bir bayramın son günüydü. Ertesi gün ekmek çıkarılacaktı. Hikmet, temizlik yapmak için fabrikaya gitti. İçeriye girip dış kapıyı kilitledi. Işıkları yaktı ve fırının kapağını açıp içerisine girdi. Gerekli temizliği yaptıktan sonra evine gidecekti. Sabaha karşı dörde doğru gelen işçiler de, gelir gelmez elektrikle çalışan fırının düğmelerini açacak, onlar hamuru yoğurup ekmekleri hazır edene kadar da fırın güzelce ısınmış olacaktı. Hikmet temizliğe dalıp gitmişti. Bir taraftan da kendi yakıştırdığı şeyleri mırıldanıyordu.
Tam o saatlerde fırının genç ustalarından olan Cengiz fabrikaya geldi. Kirlenmiş olan beyaz önlüğünü almak için uğramıştı. O akşam yıkattırıp, ertesi gün temiz temiz giymeyi düşünüyordu.
Dış kapıyı açtığında şaşırdı. “Hayret, içerdeki elektrikler açık unutulmuş” diye mırıldandı. Gidip önlüğünü aldı. Fırının önünden geçerken açık duran fırın kapağını eliyle şöyle bir itekledi. Çıkarken ışıkları söndürmeyi de ihmal etmedi.
Elektriklerin sönmesiyle Hikmet hemen fırının kapağına koştu. Fakat heyhat, kapak üzerine kilitlenmişti. Var gücüyle bağırmaya başladı. Fırının kapağını yumrukladı. Çırpınması fayda vermiyor, sesini kimseye duyurması mümkün olmuyordu. Tüyleri diken diken oldu. Dehşete kapılmıştı. Uzun müddet kendisine gelemedi. Birazcık sakinleşince saatine baktı. Saat 23.05’i gösteriyordu. Yaklaşık beş saati kalmıştı. Bir anda ölümle burun buruna gelmişti. Yanmak onun için bu dünyada başlayacaktı.
Yavaş yavaş ısınacaktı fırın... Evvela terlediğini hissedecek, sonra bunalacak, sıcaklık yavaş yavaş sürekli artacak, artacak, artacak; vücudundaki yağlar erimeye başlayacak, etler kızaracak ve daha bütün bunlar olmaya başlamadan belki de o kalpten gidecekti. Belki de çıldıracaktı. Çılgın çılgın gülecekti... Ah, o en güzeliydi. Bir delirebilseydi, düşüncenin kezzap gibi yakıcılığından kurtulacaktı.
Fırından yeni çıkan ekmekleri eline alınca parmaklarında duyduğu yanık acısı aklına geldi. Sadece o kadarı... Yanığın ilk safhası bile değildi ama hemen elinden bırakırdı. Şimdi ekmekler gibi kendisi pişecekti. Birkaç gün önceydi, işçilerle acıkmışlar, küçük tüpün üstünde yemek pişirmişlerdi. Bir aralık tüpün kızgın demirine değmişti eli... Hemen nasıl da kabarmış, su toplamış, sızladıkça sızlamıştı. Sadece iki parmağın acısına dayanamamış, soğuk suyun içinde tutmuştu. Ya şimdi?.. Yanan iki parmak ucu değil, bütün vücudu olacaktı. Gözlerinin önünde filmlerde gördüğü yanan adamlar canlandı. Kendi hali daha da zordu. Bir anda yanmak değildi ki bu... Adım adım, hissede hissede... Terleye çıldıra, dövüne dövüne...
İçerisinin ısındığını hissetti. Kapıyı kapatan her kimse fırını da yakmış mıydı yoksa?.. Bu hararet böyle sürekli niçin artıyordu?.. Aman Allah’ım! Beklenen an çabuk gelmişti. Saatine baktı. Saat gecenin 1.00’i olmuştu. Nasıl geçmişti iki saat? Zaman su gibi akmıştı. Bir ömür gibi... Ömürleri yanmak vaktini meyve veren insanlar gibi... Elleriyle duvarlara, demirlere dokundu. Yok canım... Korkusundan fırının yanmaya başladığını zannetmişti. Demirler soğuktu işte... Biraz sakinleşti.
Evini düşündü. Hanımı, oğlu, merak ediyor olmalıydı. Hanımını niçin azarlamıştı sanki çıkarken?.. Hayat arkadaşına karşı daha nazik, daha hürmetli olmalı değil miydi? Ya çocuğunu... Keşke dövmemiş olsaydı onu....
Onlardan da mes’ul olduğu için onların hesabını da verecekti Allah’a... Keşke hanımının dediğini yapsaydı. Hanımı ona:
“Haydi, birlikte namaza başlayalım” demişti. Hikmet ise: “Biraz daha yaşlanalım” diye cevap vermişti.
Sanki sonrasında bütün bir ömrün hesabını vermeyecek, sadece İhtiyarlığın hesabını verecekti.
Niçin sanki fırına gelirken camiye girmemişti? Müezzin gönlünün derinliklerinden geldiği belli olan sesiyle yatsı namazına davet etmiş, Allah’ın büyüklüğünü, kurtuluşun O’nun yolunda olduğunu haykırmıştı. Hiç değilse ölmeden evvel son vakit namazını kılmış olacaktı. Belki Rabbi o son vakit hürmetine affeder, diğerlerinin hesabını sormazdı. “Ah ahmak kafam” diye inledi. Halbuki beş vakit namaz kılan bir insanın hâli ne güzeldi. Kıldığı bir vakit muhakkak onun son eda ettiği vakit olacaktı ve Rabbinin huzuruna secdesiz bir alınla çıkmayacaktı. Öyle olmayı ne kadar isterdi.
Ya oğlu... Yedi yaşına girmişti. Bir baba olarak onun üstüne başına, yiyip içtiğine dikkat ettiği kadar, kalbine niçin dikkat etmemişti? Daha o yaşta her tip pisliğin televizyon ekranlarından üzerine sıçramasına nasıl da razı olmuştu? Çocuğuna Allah’ını, Peygamberini niçin sevdirmemişti?
Aklı çocukluğuna gitti... Gençliğine uğradı, tek tek dolaştı o günleri... O günlerden elinde sadece pişmanlık veren, utandıran günahlar kalmıştı. En ince teferruatına kadar bütün günahları aklına geldi. Demek bütün bu tespit edilen şeylerin hesabını verecekti.
Aklına bir fikir geldi, ‘fırının içinde teyemmüm edip namaz kılmak.’ Toprak yoktu ki... Fakat olsun... Hiç kılmamaktan iyiydi. Belki, bir ihtimal kabul edilirdi. Ellerini fırının içinde yere vurarak teyemmüm aldı. Namaza durdu. Herşeyin bitip tükendiği noktada başka kime dayanıiabilirdi ki?
Aslında her namazda öyle hissetmeliydi. Kendisini hayatında ilk defa Rabbi’yle konuşuyor gibi hissetti. Âlemlerin Rabbi’ne hamdetmeyi, O’na dayanmayı, O’ndan yardım dilemeyi, dosdoğru olmayı ilk defa böylesine anlıyordu. Bütün benliğiyle secde etti. “Eksiksiz, yüce, merhametli Sensin” dedi acizliğini iliklerine kadar duyarak...
Yatsıdan sonra kaza namazları kıldı. Rabbinden gelmişti ve O’na dönüyordu. Ah, dönüşün O’na olduğunu hiç unutmamış olsaydı. Yoruldukça oturup tövbe etti. Estağfirullah çekti.
Nasıl da daracık yerde sıkışıp kalmıştı. Fırında olduğunu hatırladıkça vücudunu ateşler basıyordu.
Cengiz ise evine gidip yatmıştı. Gece bir aralık yataktan sıçrayarak uyandı. Saatine baktı. Saat 3.15’ti. Bir rüya görmüştü. Arkadaşı Hikmet fırının içinde alev alev yanıyor, “Cengiz!” diye bas bas bağırıyordu. Nasıl bir rüyaydı bu böyle... Birden aklına geldi. Olamaz! Fırının kapağını Hikmet’in üzerine mi kapatmıştı yoksa?.. Hemen üzerini giyip sokağa fırladı. Hiç durmadan koştu. Gece işçileri henüz gelmemişlerdi. Kapıyı açtı, ışıkları yaktı. Hemen fırının kapağını açıp içeriye seslendi:
“Hikmet!”
İçeriden hiç ses gelmiyordu. Birkaç defa daha bağırdı. Hikmet, ağlaya ağlaya namaz kılıyordu. Öyle dalmıştı ki, adının söylendiğini duyunca irkildi. Olamazdı, yanlış duyuyor, hayal görüyordu. Fakat, yine duydu. Birisi ‘Hikmet’ deyip duruyordu. Hem fırının ışığı dayanmıştı.
Selam verdikten sonra kapağa doğru yürüdü. Karşısında Cengiz’i gördü. Fırından çıktı. Cengiz, bir anda hortlak görmüşçesine irkildi. Korkuyla:
“Kimsin sen?” dedi.
Hikmet’in Cengiz’e sarılmak için uzanan kolları boş kalmıştı. Hikmet hâlâ ağlıyordu.
“Ne demek sen kimsin? Hikmetim işte, görmüyor musun? Dün akşam temizlemek için girmiştim. Birisi üzerime fırının kapağını kapattı”dedi.
- “Olamaz” diyordu Cengiz. “Sen Hikmet değilsin.”
Hikmet ilk önceleri Cengiz’in bu hareketine bir ma’nâ veremedi. Nasıl olur böyle söyler, nasıl olur da mesai arkadaşı kendisini tanıyamazdı? Birden aklında bir şimşek çaktı. Hemen aynaya doğru koşup kendine baktı. Hayır, bu yüz, bu saçlar kendisinin olamazdı. Elleri kırışmış, solmuş yüzüne, bembeyaz olmuş saçlarına götürdü. Bir gecede ihtiyarlamıştı. Hıçkırıklarla sarsılıyordu. Bir daha aynaya bakamadı. Kendisinden kendisi korkmuştu. Yanmanın ne demek olduğunu bilseler kimbilir bir gecede ne kadar insan ihtiyarlayacağı. Yarın denilecek kadar kısa bir süre sonra yanmak ihtimali bu kadar hafife alınabilir miydi? Başı ellerinin arasında kalakaldı.
18 Mayıs 2014 Pazar
Çok yalnızım GARFİELD
Olmadı bir de televizyon yaparım.
Gördüpğünüz gibi çok yalnızım (:
Kadınlar kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanmıyor, hoşlandıkları erkeklerin söylediği her boka gülüyor
Kadınlar kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanmıyor,
Hoşlandıkları erkeklerin söylediği her boka gülüyor...
Hoşlandıkları erkeklerin söylediği her boka gülüyor...
Adam karısının aynısından korkuluk yapmış bahçeye
Adam karısının aynısından korkuluk yapmış bahçeye...
Ayıptır beaa, yazık kadına, nankör herif ((:
Allah cezanı versin.
Ayıptır beaa, yazık kadına, nankör herif ((:
Allah cezanı versin.
17 Mayıs 2014 Cumartesi
Kanada da yaz aylarında evlere girip yiyecek çalan hayvan için bir hapishane açılmıştır?
Kanada da yaz aylarında evlere girip yiyecek çalan hayvan için bir hapishane açılmıştır?
Fok balıgı
Kutup ayısı
Penguen
Rakun
Cevap: KUTUP AYISI
Doğa bilimciler kutup ayılarını yüzlerce saat gözlemledi ve burunlarını gizlediklerine ya da solak olduklarına dair herhangi bir bulguya rastlamadılar.
Buna karşılık kutup ayıları diş macununu sever. Kutup ayılarının Kuzey Kutup bölgesindeki turist kamplarını yerle bir ettiklerine, çadırları devirdiklerine, alet edavatları ezip geçtiklerine ve bütün bunları bir diş macunu tüpünü emmek için yaptıklarına dair sürekli anlatımlar var.
Manitoba'daki Churchill kasabasında büyük bir "kutup ayısı hapishanesi" bulunmasının sebeplerinden biri bu olabilir. Kasabada gezinen bütün ayılar yakalanıp buraya tıkılır. Bazıları topluluğun içine salıverilmeden önce aylarca hapis yatar ve çıktıklarında acı dolu, ıslah edilmiş ve başıboşturlar.
Fok balıgı
Kutup ayısı
Penguen
Rakun
Cevap: KUTUP AYISI
Doğa bilimciler kutup ayılarını yüzlerce saat gözlemledi ve burunlarını gizlediklerine ya da solak olduklarına dair herhangi bir bulguya rastlamadılar.
Buna karşılık kutup ayıları diş macununu sever. Kutup ayılarının Kuzey Kutup bölgesindeki turist kamplarını yerle bir ettiklerine, çadırları devirdiklerine, alet edavatları ezip geçtiklerine ve bütün bunları bir diş macunu tüpünü emmek için yaptıklarına dair sürekli anlatımlar var.
Manitoba'daki Churchill kasabasında büyük bir "kutup ayısı hapishanesi" bulunmasının sebeplerinden biri bu olabilir. Kasabada gezinen bütün ayılar yakalanıp buraya tıkılır. Bazıları topluluğun içine salıverilmeden önce aylarca hapis yatar ve çıktıklarında acı dolu, ıslah edilmiş ve başıboşturlar.
Eski yunancadan gelen TOROS DAĞLARININ adındaki TOROS kelimesinin anlamı nedir?
Eski yunancadan gelen TOROS DAĞLARININ adındaki TOROS kelimesinin anlamı nedir?
Kale
Balta
Boğa
Cevap : BOĞA
Kale
Balta
Boğa
Cevap : BOĞA
Antonia Banderas tan dinlediğiniz bu şarkı hangi müzikale aittir?
Antonia Banderas tan dinlediğiniz bu şarkı hangi müzikale aittir?
OPERADAKİ HAYALET
OPERADAKİ HAYALET
KURU KAHVE kahvenin hangi özelliğini ifade eder?
KURU KAHVE kahvenin hangi özelliğini ifade eder?
Kahvenin çekilmiş olması
Kahvenin çekirdekli olması
Kahvenin taze olması
Kokulu olması
Cevap: Çekilmiş olması
Kahvenin çekilmiş olması
Kahvenin çekirdekli olması
Kahvenin taze olması
Kokulu olması
Cevap: Çekilmiş olması
Kaptanın seyir defteri hangi eski dizinin başlangıç müziğidir?
Kaptanın seyir defteri hangi eski dizinin başlangıç müziğidir?
UZAY YOLU
UZAY YOLU
Bilardo masalarının kumaşı genellikle ne renktir?
Bilardo masalarının kumaşı genellikle ne renktir?
Cevap : YEŞİL
Cevap : YEŞİL
Yetim bir çocugun hikayesinin anlatıldıgı, filmi de çekilen Charles Dickensin romanının adı nedir?
Yetim bir çocugun hikayesinin anlatıldıgı, filmi de çekilen Charles Dickensin romanının adı nedir?
Cevap : Oliver Twist
Cevap : Oliver Twist
5N 1K hangi meslekle ilgili bir terimdir?
5N 1K hangi meslekle ilgili bir terimdir?
Cevap : GAZETECİLİK
Cevap : GAZETECİLİK
KPSSye girecek olan biri hangi meslek için hazırlanıyordur?
KPSSye girecek olan biri hangi meslek için hazırlanıyordur?
Cevap : MEMURLUK
Cevap : MEMURLUK
Bir insan topluluğunun kaderinin aynı oldugunu ifade etmek için herkesin hangi araçta oldugu söylenir?
Bir insan topluluğunun kaderinin aynı oldugunu ifade etmek için herkesin hangi araçta oldugu söylenir?
GEMİ
GEMİ
Fransızcadan dilimize geçen SEKRETER kelimesinin kökeninin anlamı nedir?
Fransızcadan dilimize geçen SEKRETER kelimesinin kökeninin anlamı nedir?
Sır tutan
Kalem tutan
Hatırlatan
Karşılayan
Cevap : SIR TUTAN
Sır tutan
Kalem tutan
Hatırlatan
Karşılayan
Cevap : SIR TUTAN
Geçtiğimiz aylarda Türkiyede çekilen the water diviner filminin yönetmeni kimdir
Geçtiğimiz aylarda Türkiyede çekilen the water diviner filminin yönetmeni kimdir?
Cevap :
Cevap :
Everton ve Tottenham takımları karşılaştıgı bir futbol maçı izliyorsanız hangi ligi izliyorsunuz demektir?
Everton ve Tottenham takımları karşılaştıgı bir futbol maçı izliyorsanız hangi ligi izliyorsunuz demektir?
Cevap: Premier LİG
Cevap: Premier LİG
Kırmızı gülün alı var, her gün ağlasamda yeri var
Kırmızı gülün alı var, her gün ağlasamda yeri var şarkısını kim seslendirmektedir?
Cevap : Halil Ergün
Cevap : Halil Ergün
70 li yılların modası Geniş paçalı pantolonlar hangi milletin adıyla anılır?
70 li yılların modası Geniş paçalı pantolonlar hangi milletin adıyla anılır?
Cevap : İSPANYOL
Cevap : İSPANYOL
Fransanın VERSAY şehrinde hangisinin yok olmaması için 3000 den fazla sayıda arşivinin bulundugu bir müze vardır?
Fransanın VERSAY şehrinde hangisinin yok olmaması için 3000 den fazla sayıda arşivinin bulundugu bir müze vardır?
Yemek tarifleri
Kumaş
Şarap
Parfüm
Cevap : PARFÜM
Yemek tarifleri
Kumaş
Şarap
Parfüm
Cevap : PARFÜM
Karşıyakaspor hangi yunan adası futbol takımıyla 1930 da oynadığı ve yağış nedeniyle 3. dakikada iptal edilen maçın devamını 84 yıl sonra oynayacaktır?
Karşıyakaspor hangi yunan adası futbol takımıyla 1930 da oynadığı ve yağış nedeniyle 3. dakikada iptal edilen maçın devamını 84 yıl sonra oynayacaktır?
SAKIZ ADASI
SAKIZ ADASI
Alın terinin döküldüğü, helal ekmeğin kazanıldığı yerde EMEK sahibi değil, EMEK HIRSIZLARI zengin olur
Alın terinin döküldüğü, helal ekmeğin kazanıldığı yerde
EMEK sahibi değil,
EMEK HIRSIZLARI zengin olur!
EMEK sahibi değil,
EMEK HIRSIZLARI zengin olur!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)