Bu Blogda Ara

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Çobanın Aşkı KISSADAN HİSSE

MUTLAKA OKUYUN!

Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden baska bir sey bilmediginden mi, konusmaya mecali olmadigindan mi bilinmez, arkadasi anlatiyordu onun halini:

- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, isi gücü, gecesi gündüzü havasi suyu o kiz oldu sanki. Ne desem kar etmiyor, son bir çare diye geldik size. "Halbuki sen bir garip çobansin, o padisahin kizi, davul bile dengi dengine" dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde askin gözü kördür diye de buna diyorlar, degil mi efendim…

Ihtiyar adam bu esnada gözlerini dikmis, iskeletinin üstüne deriden bir zirh giydirilmiscesine zayif, çelimsiz, saçi sakalina karismis, uzaklara dalip dalip giden, gözlerinde asktan gayrisi kalmayan diger çobani süzüyordu. Sonra bir ah çekti yüzünü, nefes almadan konusmasini sürdüren delikanliya çevirip tebessüm etti.

- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz ve tane tane anlatmaya basladi.

Iki genç çobanin, çökmek üzere olan bu dag kulübesinde dertlerine derman aradiklari ihtiyar adam, aslinda padisahin bütün dertlerini paylastigi, her meselesini danistigi bir bilge idi. Yillar önce padisah kendisini taniyip sevdiginde bir tek sey istemisti ondan; burada yasamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim oldugunu. O günden beri de bu kulübede yasiyor, gelen geçene ikram edip, gül alip gül satiyordu. Padisahin kizinin askiyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanindaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarin padisahin gönlüne sultan oldugunu.

Asik genç, ihtiyar adamin anlattiklarini dinledikten sonra, her seyin bittigi anda baslayan son ümide simsiki sarilanlarin o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:

- Sahiden bu kadar kolay mi efendim, dedi, yani o magarada elimde tesbih , kirk gün Allah dersem sevdigime kavusabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?

- Evet , dedi bilge, kirk gün o magarada gece gündüz Allah diyeceksin, kirk gün sonra padisahin kizi senindir.

Iki dost hemen yola çiktilar, asik çobanin yüzüne kan, dizlerine derman, yüregine yeniden can gelmisti. Arkadasina sarilip, elinde tespih, gönlünde ask, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, magaranin yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapatti, kalbini padisahin kizina bagladi, eline tesbihini aldi ve dudaklari kipirdamaya basladi: Allah, Allah, Allah…

Günler günleri padisahin kizinin hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, magaranin yakinindaki köyleri bir söylenti çoktan sarmisti. Herkes birbirine karsi dagdaki magarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çikisinda ihtiyarlar, çesme basinda kadinlar, tarlada isçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konusuyordu:

- Şu karsi magarada bir genç varmis, kendini Allah’a adamis, gece gündüz durmadan Allah diyormus, Allah Allah …

Aşık dostunun ne halde oldugunu merak eden genç çoban, magaraya geldiginde üç hafta geride kalmisti bile. Bizimkinin gözleri kapaliydi, dudaklarinin da kipirdamadigini görünce, uyuyakaldi herhalde diye düsündü. Tespih tanelerinin parmaklarinin arasinda dolasmaya devam ettigini görünce de, bu nasil uyku diye sordu kendine. Bu sirada gözlerini açan genç adam , karsisinda arkadasini görünce, günlerdir yalnizligiyla paylastiklarini birbiri ardinca anlatmaya basladi: Kirk günün yaridan fazlasi geçmisti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padisahin kizi vardi, ne bir haber, ne bir ümit kirintisi… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayir diyor, tespihine bakiyor, bir kalp gibi atan sag el isaret parmagini sabitlemeye çalisiyor, avuçlarini sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalastilar. Ay isiginda dostunun gözlerine yayilan baskalik dikkatini çekmisti genç çobanin.

Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldi, gözlerini kapatti, boynunu neye baglayacagini bilemedigi, kalbine dogru büktü, dudaklari kipirdamiyordu artik, sustu gece, magaranin duvarlari sustu, tükendi her sey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldi: Allah…

Kirk günün dolmasina üç-bes gün kala, magaradaki dervisin nami bütün ülkeyi sarmis, nihayet sarayin koridorlarinda konusulur olmu stu. Meselenin aslini merak eden padisaha, bu insanlarin bir yerde sürekli kalmadiklarindan, bulunduklari mekana bereket getirdiklerinden, ne yapip-edip bu dervisi ülkelerinde yasamaya ikna etmeleri gerektiginden uzun uzun bahsetti basveziri . Ne yapmasi gerektigini artik bilen padisah, nasil yapmasi gerektigini bilemedigi bütün zamanlarda yaptigi gibi, dag kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarin önünde. Derdini anlatti, derman diledi. Sarayinin yanina bir saray yaptirmaktan, o dervisi veziri yapmaya, sancak-tug vermeye kadar saydigi her sey, bilgenin:

- Hünkarim , gönül erleri mala-mülke, makama-mansiba itibar etmezler, demesiyle son buldu.

Kaderdi bu, padisahlarla köleleri ayni etegin önünde diz çöktürür, birinin derdini digerine derman eyler, ikisini de ayni tebessümle bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:

- Neden kerimenizin nikahini teklif etmiyorsunuz sultanim, dedi. 

 - Nasil yani, diyebildi, bu serefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?

Kirkinci günün günesi batmak üzereydi genç asigin magarasinin üstünden… Padisah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarinda vezirler, onlarin arkasinda halktan merakli bir kalabalik ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalisan asik çobanin arkadasi, magaraya dogru yürümeye basladilar. Bu arada bizim asik kendinden öylesine geçmis, tespihiyle öylesine bir olmustu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten baska bir sey bulamasalar sasirmazlardi.

Padisah edepte kusur etmemeye çalisarak içeri girdi, ellerini birbirine bagladi, duyulmasi güç bir sesle;

- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.

Yavasça basini çevirdi asik , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir saskinlik emaresi yoktu, sapsari bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, magara, tespih, sessizlik, duvar… Hatta günes bile batmaktan vazgeçmis, kafasini magaranin içine dogru uzatarak olan biteni görme telasindaydi.

Padisah meramini anlatti, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tug ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervisin.

- Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kizim var efendim, zat-i alinize layik degil belki, ama lütfeder nikahiniza alirsaniz bizi bahtiyar edersiniz…

Kirk günlük çile nihayet bitmis, olmaz denilen olmustu. Iste asik masukuna kavu s acak , murad hasil olacakti. Bizimkinin arkadasi sevinçten agliyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabi verilsin diye yaratilmisti. Sessizlik ilk defa bagirmak, haykirmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydi.

Usulca dogruldu oturdugu yerden, etrafini söyle bir süzdükten sonra, gözlerini padisahin gözlerine dikti, sarhos gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:

- Hayir , dedi, kizinizi istemiyorum.

Birden ortaligi bir sessizlik kaplayiverdi. Padisah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler saskinlikla birbirine bakiyor, bilge tebessüm ediyordu. Asik çobanin genç arkadasi yasli gözlerini silip, birden ileri atilarak bozdu sessizligi. Dostunun yanina geldi, kulagina egilip:

- Sen ne yapiyorsun, dedi, kirk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiginin farkinda misin?

Güldü asik çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:

- A dostum, dedi, ben kirk gün padisahin kizi için Allah dedim, Allah padisahla vezirlerini ayagima getirdi. Ya bir de Allah için "Allah" deseydim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder