Bilal
25 yaşında yakışıklı bir gençti. Adını dedesi koymuştu, Bilal-i Habeşi
gibi olsun diye. Evet sesi Hz. Bilal gibi güzeldi, fakat sesini helal
olmayan yerlerde kullanıyordu Bilal.
Konservatuvar öğrencisiydi..
Tek hayali büyük bir şarkıcı, popstar olmaktı. Öyle güzel sesi vardı ki,
şarkı söylemeye başlayınca bütün üniversite başına toplanır Onu
dinlerdi..
Okulda neredeyse çıkmadığı kız kalmamıştı. Herkes Onun karizmasına hastaydı. Böylesine gözde olmak Bilal'in hoşuna gidiyordu..
Bir gün okulun bahçesinde arkadaşları ile oturuyordu.
Yanlarından baştan başa edep timsali bir kız geçiyordu.
Şöyle bir konuşma geçti;
-Ahh ulan ah! Şu kızı bir tavlayamadık,.
-Ne inatçı bir kız.
-İnatçı olduğu kadar da güzel..
Bilal hem konuşulanları dinliyor, hemde daha önce görmediği bu kızı
süzüyordu. Üzerinde ayağına kadar inen bir pardesü, omuzlarına düşmüş
başörtüsü ve edebi ile yürüyordu başı önünde. Bilal atıldı ortaya ;
-Hadi iddiaya girelim, ben bu kızı tavlarım.
-Yapamazsın heveslenme.
-Hiç kimseyle konuşmaz O.
-Olsun ben tavlarım diyorsam tavlarım.
Ertesi gün Bilal, adını bile bilmediği kızı takip ediyordu. Onu tek başına otururken yakalayınca hemen yanına gitti.
-Af edersiniz, biraz konuşabilir miyiz?
-Sizinle konuşmam uygun değil, diyerek kalktı yerinden kız.
Bunu birkaç kere denedi olmadı. Artık arkadaşları Bilal ile dalga
geçmeye başlamışlardı. Kafaya koymuştu Bilal, arkadaşlarına rezil
olmamak için her şeyi yapardı. Başarılı olamayınca arkadaşlarına "Ben
kızı tavladım, utanıyor. Gizli kalsın istiyor" falan gibi yalanlar
söylemişti. Ama inanmadılar, kanıt istediler. Bilal'in aklına harika bir
fikir gelmişti..
Ertesi gün kızı yine tek başına otururken
yakaladı, ve konuşmak istediğini söyledi. Kız kalkıp gidecekken "Ben
NAMAZ kılmak istiyorum, bana öğretir misin" dedi. Kız durakladı. Bilal'e
döndü.
"Hiç erkek arkadaşınız yok mu namaz kılan. Ben yardımcı olamam kusura bakmayın.. Bir imamın yanına gidin".
Yine gitmeye hazırlanırken Bilal "ALLAH RIZASI için" dedi.
Kız artık adım atamazdı. Çünkü Rıza denmişti. Bilal bir çay bahçesinde
oturup konuşmayı teklif etti. Mecburen kabul etti kız. Oturdular. Önce
adını sordu. Adı Rabia'ydı. Ne de güzel ismi vardı. Ama hiç yüzüne
bakmıyordu. Bilal bu durumdan rahatsız oluyordu.
Onlarca kız
kendinin peşinde koşarken bu kıza ne oluyordu da yüzüne bile bakmıyordu.
Rabia sanki bir alim gibi Bilal'e namazı anlatıyordu. Oysa Bilal'in
kafası başka yerlerdeydi. Tuzaklar kuruyordu. O sırada sıcak çayı eline
dökmüş gibi yaptı ve can havli ile (sözde) yanan elini sallamaya
başladı. Panik olmuştu Rabia. Onun bu halini görünce farkına bile
varmadan "birşey oldu mu" diyerek elini tuttu. Tam o sırada ağaçların
ardında gizlice bir poz patladı.
Ve ertesi gün. Bilal ve
arkadaşları oturmuş kahkaha ile gülüyorlardı. Arkadaşları "Helal olsun
sana, nasıl da ayarlamış kızı. Biz de kızı namuslu bir şey sanırdık. "El
ele göz göze" diyerek hayretler içinde resme bakıyorlardı. Kısa sürede
tüm okul duymuştu bunu. Okulun en dürüst bilinen kızı, bir erkekle çay
bahçesinde el ele, göz göze yakalanmıştı.
Ve Rabia.
Söylentileri duyunca beyninden aşağı kaynar sular dökülmüştü. Herkes
kendisi ile dalga geçiyordu. Nasıl olmuştu bu. Nasıl da inanmıştı.
Bilal'i buldu hemen, yanına gitti. Bu defa gözünün içine bakıyordu
Bilal'in. Hem de ne bakış. Bilal erimişti bu bakışlar karşısında.
Konuşmuyordu Rabia. Ama bakışları feryad ediyordu. Konuşmadan ayrıldı
oradan.
Bir gün. İki gün. Üç gün derken tam bir hafta olmuştu
Rabia okula gelmiyordu. Bilal'in gözü her yerde Onu arıyordu. Çünkü o
bakışı hiç unutamıyor, rüyalarına giriyordu. Bulmalıydı Rabia'yı. Özür
dilemeliydi. Çünkü AŞIK olmuştu.
Uzun uğraşlar sonucu buldu
Rabia'yı. Evinin kapısını çaldı. Rabia karşısında Bilal'i görünce ne
yapacağını şaşırmıştı. BUYRUN dedi başını eğdi. Bilal hiç lafı
dolandırmadan
"Benimle evlenir misin Rabia" dedi.
"Bu kez ne tuzaklar kuruyorsun" diyerek kapıyı suratına kapatmıştı Bilal'in.
Vakit ikindi vaktiydi. Rabia namaz kılmak için ezanı bekliyordu. Ve bir
ses yükseldi ilerideki minareden. Bu nasıl bir sesti böyle. Öyle içten
öyle güzel okuyordu ki insanı mest ediyordu. Sanki Bilal-i Habeşi'yi
dinliyordu Rabia. Ezan bitmişti. Ama doymamıştı Rabia. Tekrar tekrar
dinlemek istiyordu ezanı. Sonra minareden bir ses geldi. Bilal'di bu.
Şöyle diyordu.
"Rabia! Her şer'de bir hayır var derler. Bunlar
olmasaydı ben Namaz'a başlamış olmayacaktım. Senin o bakışın beni doğru
yola iletti. Ne olur Mirac'ta hediye edilen namaz hürmetine affet beni.
Okunan ezanlar hürmetine affet beni. "
Gözyaşları içinde camiye
koştu Rabia. Birkaç kişi vardı zaten cemaat olarak Bilal de
içlerindeydi. Bitirmelerini bekledi. Namaz bitmiş herkes dağılmıştı. En
son Bilal çıktı kapıdan. Rabia koştu yanına.
"Keşke bütün herkese duyurmasaydın bütün bunları".
"Özür dilerim, arkadaşlarla iddiaya girmiştik. Ahmaklık ettim" dedi Bilal.
Rabia: "Hayır onu demiyorum. Minarede söylediklerin".
Bilal hiçbir şey anlamıyordu. "Ben ezan okudum, bunda ne var ki".
Şaşkınlık sırası Rabia'daydı. Yoksa hayal veya rüya mıydı duydukları.
"Ne söyledim ki Rabia" diye sordu Bilal, duyduğu her şeyi anlattı.
Bilal şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyordu. Rabia'nın söylediği her
şey ezandan sonra ellerini açıp minarede yüreğinden ettiği dualardı.
Nasıl duymuştu bunu Rabia. Elbette ki Alemlerin Rabbi olan ALLAH
duyurmuştu. "Hamd olsun Alemlerin Rabbi'ne" dedi. Ve olanları Rabia'ya
da anlattı. Artık ikisi de biliyordu ki ALLAH onları birbirine yazmıştı.
Bilal tekrar sordu "Rabia herşeyi unutup benim helalim olur musun" dedi.
Rabia gülerek "Akşam bize gel babam versin cevabını" diyerek oradan uzaklaştı..
Güncel Konular, Yarışma Soruları ve Cevapları, Eğlence, Fıkra, Siyaset, Genel Kültür,Bilgi Yarışması, Anlamlı Sözler
Bu Blogda Ara
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder