MUTLAKA OKUYUN!
Aşıktı delikanlı.
Sevgilisinin isminden baska bir sey bilmediginden mi, konusmaya mecali
olmadigindan mi bilinmez, arkadasi anlatiyordu onun halini:
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, isi gücü,
gecesi gündüzü havasi suyu o kiz oldu sanki. Ne desem kar etmiyor, son
bir çare diye geldik size. "Halbuki sen bir garip çobansin, o padisahin
kizi, davul bile dengi dengine" dedim ya, dinlemiyor efendim, ama
herhalde askin gözü kördür diye de buna diyorlar, degil mi efendim…
Ihtiyar adam bu esnada gözlerini dikmis, iskeletinin üstüne deriden bir
zirh giydirilmiscesine zayif, çelimsiz, saçi sakalina karismis,
uzaklara dalip dalip giden, gözlerinde asktan gayrisi kalmayan diger
çobani süzüyordu. Sonra bir ah çekti yüzünü, nefes almadan konusmasini
sürdüren delikanliya çevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz ve tane tane anlatmaya basladi.
Iki genç çobanin, çökmek üzere olan bu dag kulübesinde dertlerine
derman aradiklari ihtiyar adam, aslinda padisahin bütün dertlerini
paylastigi, her meselesini danistigi bir bilge idi. Yillar önce padisah
kendisini taniyip sevdiginde bir tek sey istemisti ondan; burada
yasamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim oldugunu. O
günden beri de bu kulübede yasiyor, gelen geçene ikram edip, gül alip
gül satiyordu. Padisahin kizinin askiyla eriyip muma dönen genç çoban ve
yanindaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarin padisahin
gönlüne sultan oldugunu.
Asik genç, ihtiyar adamin
anlattiklarini dinledikten sonra, her seyin bittigi anda baslayan son
ümide simsiki sarilanlarin o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:
-
Sahiden bu kadar kolay mi efendim, dedi, yani o magarada elimde tesbih ,
kirk gün Allah dersem sevdigime kavusabilir miyim, onunla evlenebilir
miyim?
- Evet , dedi bilge, kirk gün o magarada gece gündüz Allah diyeceksin, kirk gün sonra padisahin kizi senindir.
Iki dost hemen yola çiktilar, asik çobanin yüzüne kan, dizlerine
derman, yüregine yeniden can gelmisti. Arkadasina sarilip, elinde
tespih, gönlünde ask, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm,
magaranin yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü,
dualar etti, gözlerini kapatti, kalbini padisahin kizina bagladi, eline
tesbihini aldi ve dudaklari kipirdamaya basladi: Allah, Allah, Allah…
Günler günleri padisahin kizinin hayaliyle tespih taneleri gibi
kovalayadursun, magaranin yakinindaki köyleri bir söylenti çoktan
sarmisti. Herkes birbirine karsi dagdaki magarada gece gündüz Allah
diyen gençten bahsediyordu. Cami çikisinda ihtiyarlar, çesme basinda
kadinlar, tarlada isçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu
konusuyordu:
- Şu karsi magarada bir genç varmis, kendini Allah’a adamis, gece gündüz durmadan Allah diyormus, Allah Allah …
Aşık dostunun ne halde oldugunu merak eden genç çoban, magaraya
geldiginde üç hafta geride kalmisti bile. Bizimkinin gözleri kapaliydi,
dudaklarinin da kipirdamadigini görünce, uyuyakaldi herhalde diye
düsündü. Tespih tanelerinin parmaklarinin arasinda dolasmaya devam
ettigini görünce de, bu nasil uyku diye sordu kendine. Bu sirada
gözlerini açan genç adam , karsisinda arkadasini görünce, günlerdir
yalnizligiyla paylastiklarini birbiri ardinca anlatmaya basladi: Kirk
günün yaridan fazlasi geçmisti, o durmadan Allah diyordu, ama ne
padisahin kizi vardi, ne bir haber, ne bir ümit kirintisi… Acaba,
diyecek oluyor, yutkunuyor, hayir diyor, tespihine bakiyor, bir kalp
gibi atan sag el isaret parmagini sabitlemeye çalisiyor, avuçlarini
sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalastilar. Ay isiginda dostunun gözlerine
yayilan baskalik dikkatini çekmisti genç çobanin.
Aşık çoban
yeniden eline tesbihini aldi, gözlerini kapatti, boynunu neye
baglayacagini bilemedigi, kalbine dogru büktü, dudaklari kipirdamiyordu
artik, sustu gece, magaranin duvarlari sustu, tükendi her sey, hiç
tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldi: Allah…
Kirk günün
dolmasina üç-bes gün kala, magaradaki dervisin nami bütün ülkeyi sarmis,
nihayet sarayin koridorlarinda konusulur olmu stu. Meselenin aslini
merak eden padisaha, bu insanlarin bir yerde sürekli kalmadiklarindan,
bulunduklari mekana bereket getirdiklerinden, ne yapip-edip bu dervisi
ülkelerinde yasamaya ikna etmeleri gerektiginden uzun uzun bahsetti
basveziri . Ne yapmasi gerektigini artik bilen padisah, nasil yapmasi
gerektigini bilemedigi bütün zamanlarda yaptigi gibi, dag kulübesinin
yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarin önünde. Derdini
anlatti, derman diledi. Sarayinin yanina bir saray yaptirmaktan, o
dervisi veziri yapmaya, sancak-tug vermeye kadar saydigi her sey,
bilgenin:
- Hünkarim , gönül erleri mala-mülke, makama-mansiba itibar etmezler, demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padisahlarla köleleri ayni etegin önünde diz çöktürür,
birinin derdini digerine derman eyler, ikisini de ayni tebessümle
bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikahini teklif etmiyorsunuz sultanim, dedi.
- Nasil yani, diyebildi, bu serefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?
Kirkinci günün günesi batmak üzereydi genç asigin magarasinin üstünden…
Padisah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarinda vezirler, onlarin
arkasinda halktan merakli bir kalabalik ve en arkada da olup bitenlere
bir mana vermeye çalisan asik çobanin arkadasi, magaraya dogru yürümeye
basladilar. Bu arada bizim asik kendinden öylesine geçmis, tespihiyle
öylesine bir olmustu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten baska
bir sey bulamasalar sasirmazlardi.
Padisah edepte kusur etmemeye çalisarak içeri girdi, ellerini birbirine bagladi, duyulmasi güç bir sesle;
- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavasça basini çevirdi asik , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde
en ufak bir saskinlik emaresi yoktu, sapsari bir heykel gibiydi. Herkes
heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, magara, tespih, sessizlik,
duvar… Hatta günes bile batmaktan vazgeçmis, kafasini magaranin içine
dogru uzatarak olan biteni görme telasindaydi.
Padisah meramini
anlatti, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tug ne de
sancak, hiç birinde gözü yoktu dervisin.
- Efendim , diyebildi
en son, sessizce, benim bir kizim var efendim, zat-i alinize layik
degil belki, ama lütfeder nikahiniza alirsaniz bizi bahtiyar edersiniz…
Kirk günlük çile nihayet bitmis, olmaz denilen olmustu. Iste asik
masukuna kavu s acak , murad hasil olacakti. Bizimkinin arkadasi
sevinçten agliyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabi
verilsin diye yaratilmisti. Sessizlik ilk defa bagirmak, haykirmak
istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydi.
Usulca dogruldu
oturdugu yerden, etrafini söyle bir süzdükten sonra, gözlerini padisahin
gözlerine dikti, sarhos gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:
- Hayir , dedi, kizinizi istemiyorum.
Birden ortaligi bir sessizlik kaplayiverdi. Padisah mahzundu, halk
hayret içindeydi, vezirler saskinlikla birbirine bakiyor, bilge tebessüm
ediyordu. Asik çobanin genç arkadasi yasli gözlerini silip, birden
ileri atilarak bozdu sessizligi. Dostunun yanina geldi, kulagina egilip:
- Sen ne yapiyorsun, dedi, kirk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiginin farkinda misin?
Güldü asik çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kirk gün padisahin kizi için Allah dedim, Allah
padisahla vezirlerini ayagima getirdi. Ya bir de Allah için "Allah"
deseydim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder