Bu Blogda Ara

28 Haziran 2015 Pazar

Fesinin Püskülüne FİSKE Vuran Genç (kıssadan hisse)

Biraz uzun gibi görünse de çok zamanınızı almaz. Mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum arkadaşlar. 
Osmanlı'nın son dönemleridir. İstanbul'un tenha bir semtine, henüz yeni evlenmiş bir çift gelir, yerleşir. Mütevazı bir memur olan İsmet bey, davranışları ile mahallelinin dikkatini kısa sürede üzerine çeker. Eşi Kısmet Hanım da mahalledeki kadınlarla diyalog kurmakta gecikmez.
Artık mahalleli ile iyice kaynaşan bu yeni çiftin bazı davranışları ve halleri merakın ötesinde dikkat çeker. Bir seneyi geçtiği halde iki eş arasında ciddi bir tartışma olmadığı gibi, kimsenin dikkatini çekecek bir huzursuzluk da söz konusu olmuyor. İkinci seneleri tamamlanmıştır ama aynı hal deva etmektedir.
Merakına mağlup olan ve İsmet bey ile iyi tanışan mahalleli bir beyefendi, akşam vakti işten eve dönen İsmet Beyin yolunu keser. Kısa bir hal hatırdan sonra, hemen mevzua girer.
“Merakımı bağışlayın İsmet Bey, sormadan edemeyeceğim. İşin doğrusu sadece benim değil, bütün mahallelinin merakıdır bu.” İsmet Beyin şaşkın bakışları arasında, mahalleli Bey konuşmasına ara vermeden devam eder. “Şey yani… İki senedir evlisiniz ve her şeyiniz gözümüzün önünde cereyan ediyor. Ancak şimdiye kadar eşinizle en ufak bir tartışma, sürtüşme, çatışma yaşamadınız. Biz mi göremiyoruz, yoksa hakikaten de siz bir sorun yaşamaz mısınız?”
Ansızın böyle bir soruya muhatap olan İsmet Bey, önce tebessüm eder ve ardından: “Allah iyiliğini versin, beni korkuttun. Kötü bir haber vereceksin diye tedirgin oldum” der ve derin bir soluk aldıktan sonra devam eder:
“Madem merak etmişsiniz, anlatayım. Biz evlenmeden önce eşimle bu konuda uzun uzun konuştuk ve önemli bir karar aldık. Bu kararımız sayesinde şimdiye kadar bir sıkıntı yaşamadık ve inşallah yaşamamaya da kararlıyız” der.
Başındaki fesin püskülleri sağ tarafına sarkmış olan İsmet Beyin gözlerine dikkatle bakan mahalleli bey, önemli bir şey keşfetmiş gibi hayret içinde sorar: “Nasıl bir karar bu?”
“Basit ama azimle uygulanan bir karar,” diyen İsmet Bey, anlatmaya devam eder:
“Ben akşamları eve gelirken, sinirli, gergin, huysuz, saldırgan olursam, püskülümü fesin sol tarafına atarım. Kapıyı açan eşim, püskülü sol tarafta görünce durumu hemen anlar ve “hoş geldin bey” dedikten sonra, mutfağa geçip soframı hazırlar ve ortadan kaybolur. Mümkün mertebe benden uzak durur, bana bir iş teklif etmez ve üstüme gelmemeye dikkat eder. Şayet püskül sağ tarafta ise, tıpkı şimdi olduğu gibi, sorun yok demektir. Şüphesiz ki, sinirli, gergin ve huysuz olmak ne kadar benim hakkım ise, o kadar da Eşimin hakkıdır,” diyen İsmet bey, konuşmasına devam eder:
“Akşam eve geldiğimde, eşim benim püskülüme dikkat ettiği kadar ben de onun eteğine dikkat ederim. Eğer eteğinin sol tarafını katlayıp kemer altına sokmuşsa, işler yolunda değil demektir. Selam verdikten sonra, mutfağa gider bir şeyler hazırlar, atıştırır ve ortadan kaybolurum. Etek katlanmamış ise zaten sorun yok demektir.”
Anlatılanları merak ve hayretle dinleyenlerden biri gülerek: “Valla iyi bir çözüm bulmuşsunuz, ama bir şeyi daha merak ettim, müsaade ederseniz sormak istiyorum, buraya kadar bir anormallik yok. Ancak siz akşam eve geldiğinizde, hem püskülünüz hem de eşinizin eteği sol tarafta olursa ne yapıyorsunuz? Diye sorar.
Bu soruya önce tebessümle karşılık veren İsmet bey, ardından: “bundan daha kolay bir şey olmaz, zira ben püskülün altına bir fiske indiririm ve püskül sağ tarafa geçer. Der.
Evet dostlar, evet hanımefendiler ve beyefendiler. Ya gerçekten yaşanmış veya uzmanların zihninde yaşatılmış olan bu hikaye, eşlere, özellikle de biz beylere çok şey anlatmaktadır diye düşünüyorum.
Bu kıssadan çıkarabileceğim hisseyi maddeler halinde sıralamaya çalışacağım. Bulamadıklarımı da sizler tamamlarsınız.
1)Sorunlara çözüm bulmak istiyorsak, eşimizle oturup, samimi olarak konuşmalı ve ortak kararlar almalıyız.
2)Alınan kararları her iki taraf ta, hiçbir ayrıcalık ve imtiyaz beklemeden azim ve ısrarla uygulamalıdır.
3)İki tarafın da insan olduğu ve her zaman duygularının aynı istikamette olamayacağı bilinmeli ve karşı tarafın bu durumu anlayışla karşılanmalıdır. Bu konuda tek taraflı davranılmamalı ve her zaman bir taraftan fedakarlık beklenmemelidir. Erkek kadar, kadının da sinirlenebileceği, gergin olabileceği, sakinleşmesi için zamana ihtiyacı olabileceği unutulmamalıdır.
4)Eve yorgun ve gergin gelen erkeğe, onun duyguları kale alınmadan hemen iş teklif edilmemeli veya isteklerde bulunulmamalıdır. Mutlaka ortamın yumuşaması için sağduyulu davranılmalıdır. Barutun üzerine ateş ile gidilemeyeceği, illa gidilecekse, su ile gidilmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz.
5)Ve bence en önemlisi; birinci derecede fedakar- lığı erkek üstlenmelidir. İsmet beyin sol taraftaki püskülü bir fiske ile sağ tarafa alması bunu gösteriyor. Erkekler de gururlarına bir fiske vurmalı ve ailenin saadeti ve onuru için idareciliğini ortaya koymalıdır. Her seferinde kadından fedakarlık beklemek onu psikolojik olarak yıpratır ve zamanla saldırgan hale getirebilir.
Hem kaldı ki, erkek idareci değil mi? Öyle ise durumu idare eden erkek olmalıdır. Bu görevi ilahi kader böyle taktir etmiştir. Evet idarecilik sorumluluk makamıdır. Bundandır ki, bir futbol takımı başarısız olsa, teknik direktör görevden alınır. Bir okulda sorunlar yaşanırsa, müdür, ilçede sıkıntı varsa kaymakam görevden alınır. Bir evde işler yolunda gitmiyorsa, sorumlu erkektir, demekte bir beis görmüyorum. Zira erkek idarecidir. Allah bu donanımı erkeğe vermiştir. El verir ki, gururuna bir fiske vurabilsin. Unutmayalım ki, gururuna fiske vurmayan eşler, ailenin onuruna, çocukların duygularına nasıl ağır darbeler vurduklarını er geç öğreniyorlar ama ba'del harabül Basra.

21 Haziran 2015 Pazar

Çocuk Büyüdü. Ama Bir Türlü Adam Olamadı !

Kadın hamile.
Bebek erkekmiş.
Aile mutlu, çok mutlu.
Bebek doğdu, pipisini amcalara gösterdi.
Amcalarda bayram sevinci.
Dünyanın en gerekli organını gördüler çünkü.
Bebek terledi, çırılçıplak soydular, evde, misafirlikte, mahallede böyle gezdi.
Bu hakka sahipti çünkü pipisi vardı.
Bebek biraz büyüdü.
Sünnet olacak.
Davullar, zurnalar, hediyeler...
Çocuk düşündü:
"Sanırım bu çok önemli bir organ.."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Üç beş güzel kız var gittikleri yerde, annesi babası dedi ki:
"Hangisini alayım oğlum sana?"
Çocuk düşündü:
"Sanırım karşı tarafa sormaksızın seçme hakkım var."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Çocuk acıktı, sofrasını varsa kız kardeşleri ve annesi hazırladı.
Yemek bitince topladılar.
Çocuk düşündü:
"Sanırım kızlar/kadınlar bana hizmet etmekle yükümlü."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Kalabalık bir yemek daveti, herkes masaya sığamayacak.
Erkekler ve yaşlılar masaya oturdu.
Çocuğu da masaya oturtturdular.
Annesi ve varsa ablaları yerde oturuyordu.
Çocuk düşündü:
"Sanırım önemli olan erkeklerin konforu."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Servis yapılacak, önce erkeklere yemek verildi, erkekler yardım etmedi.
Çocuk düşündü:
"Sanırım öncelikli olan erkeklerin karnının doyması."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Çocuğun kız arkadaşı oldu.
Bütün sülale duydu.
Herkesin ağzı kulaklarında.
Densiz bir amca:
"Neler yapacan bahim gızlaraa" dedi.
Çocuğun anne ve babası:
"Oğlumdan iyisini mi bulacak?" dediler.
Çocuk düşündü:
"Sanırım en iyisini hak eden benim ve bu yüzden kızlara rızayla ya da rızasız istediğimi yapabilirim."
Çocuk bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Çocuk büyüdü, arkadaşlarıyla dışarı çıktı, gezdi, eğlendi.
Eve geç geldi, paşalar gibi karşılandı.
Kız kardeşi eve geç geldiği için azar işitirken, dövülürken.
Genç düşündü:
"Sanırım eve istediğim saatte girip çıkabilirim."
Genç bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Kavga etti, ağzı burnu kan içinde.
Annesi, babası:
"Koçum benim, helal olsun" dedi.
Genç düşündü:
"Sanırım güçlüyüm ve sorunlarımı bu şekilde halledebilirim."
Genç bunu aklının en karanlık köşesine yazdı.
Genç büyüdü.
Ama bir türlü adam olamadı.
...
(Alıntı)

19 Haziran 2015 Cuma

GÜVERCİN UÇURUP PADİŞAH SEÇEN HALKA BÖYLESİ AZ BİLE"

Cumhuriyet Gazetesinden "Yedi fıkrada Demirel tarihi" bölümünden bir fıkra:
(Bilindiği gibi, 12 Eylül Darbecileri, siyasi partilerin genel başkanlarını tutuklatmış ve eleştiri yasağı getirmişti. İşte böyle bir zamanda Demirel, fıkralarla dolaylı eleştiri yapar ve çok da etkili olurdu. Aşağıda onlardan biri.)
EVEREN REFERANDUMDA YÜZDE 92 OY ALDIĞINDA:
"İki berduş kasaba meydanında avare avare dolaşırken bir kalabalığa rastlamış. Bakınırlarken, bir güvercin uçup berduşlardan birini başına konmuş. Herkes toplanmış, berduşa "Sen padişahımız olacaksın" demişler. 'Olmaz' diye ısrar etse de, inatçı kalabalıklara yenik düşmüş. Padişahlığı kabul edip arkadaşını da sadrazam yapmış. Aynı gün de başlamış zulme, boyun vurmaya, vergi salmaya. Arkadaşı, 'Yapma, halk kızacak' deyince çiçeği burnunda padişah cevap vermiş: "GÜVERCİN UÇURUP PADİŞAH SEÇEN HALKA BÖYLESİ AZ BİLE" demiş. (O gün de bugün de geçerli bir fıkra. Evir çevir oku ve yorumla.)

16 Haziran 2015 Salı

fuck you ne demek? fak you nedir, ne demektir, ingilizcede fak you ne demektir?

fuck you ne demek?

İngilizce bir ifade olan "fuck you" Türkçe'de; "siktir, cehenneme kadar yolun var" anlamına gelmektedir.
fuck ne demek?

*sikmek, becermek, düzmek, ilişkiye girmek, düzüşmek, içine etmek, berbat etmek
* sikme, cinsel ilişki

14 Haziran 2015 Pazar

Kiminle yaşarsan yaşa, Kalbindekiyle yaşlanırsın !

Kiminle yaşarsan yaşa, Kalbindekiyle yaşlanırsın !
Bildiğin kadar değil, bilmediğin kadar özledim seni .....

HADI TEST YAPALIM! KENDİNİZİ TANIYIN

  HADI TEST YAPALIM!

Test çok doğru sonuçlar veriyor ve sadece
2 dakika dolayında vaktinizi alıyor!
• Cevaplar eskiden kim olduğunuzla değil,şu anda kim olduğunuzla ilgilidir.

• Bir kağıt ve kalemi yanınızda hazır bulundurun.

• Bu test şu anda birçok büyük işletmenin İnsan Kaynakları departmaları tarafından kullanılan gerçek bir testtir ve kendilerine çalışanları ve gelecekteki çalışan adayları hakkında daha derin bilgi edinme imaknı tanımaktadır.

• Testte 10 adet soru bulunmaktasır.Kaleminizi ve kağıdınızı hazır bulundurup,cevaplarınızı not alın.

Test’e başlayın

1. Kendinizi en iyi hissettiğiniz zamanlar hangisidir?

a) Sabahları
b) Öğleden sonra ve akşamüstü
c) Geceyarısı

2. Genelde nasıl yürürsünüz ?

a) Uzun adımlarla , hızlıca
b) Kısa adımlarla, hızlıca
c) Kafa yukarıda,yavaşça
d) Kafa aşağıda, yavaşça
e) Çok yavaş

3. İnsanlarla konusurken,

a) Kollarınızı bağlarsınız
b) Ellerinizi yumru haline getirirsiniz
c) Bir veya iki eliniz baldırınızda veya cebinizde olur
d) Konustuğunuz insana dokunursunuz
e) Kulağınızla oynar, çenenize dokunur, saçlarınızı okşarsınız

4. Dinlenirken…

a) Ayaklarınız dizlerinizden kırılmış yanyana halde oturursunuz
b) Bacak bacak üstüne atıp oturursunuz
c) Bacaklarınızı uzatıp oturusunuz
d) Bir ayağınızla bağdaş kurarak oturursunuz

5. Birşey sizi gerçekten eğlendirdiğinde reaksiyorunuz…

a) Büyük bir kahkaha olur
b) Daha sessiz bir kahkaha olur
c) Kibar bir kahkaha olur
d) Naif bir gülümseme olur

6. Bir partiye veya sosyal ortama girdiğinizde…

a) Herkezin sizi farkedeceği şekilde sesli bir giriş yaparsınız
b) Sessiz bir giriş yapıp,etrafta bir tanıdık ararsınız
c) Çok sessiz bir giriş yapıp,farkedilmemeye çalışırsınız.

7. Çok yoğun olarak çalıştığınız veya bir şeye konsantre olduğunuz bir anda bir dış etken tarafından dikkatiniz dağıtılırsa..

a) Anlayışla karşılarsınız
b) Çok rahatsız hissedersiniz
c) İki uç arasında gidip gelirsiniz

8. Aşağıdaki renlerden hangisini en çok seversiniz?

a) Kırmızı veya Portakal rengi
b) Siyah
c) sarı veya açık mavi
d) yeşil
e) koyu mavi veya mor
f) beyaz
g) kahverengi veya gri

9. Akşam yataktayken ve uykuya dalacağınız o son anlarda…

a) Sırtüstü gerilip yatarsınız
b) Yüzüstü yatarsınız
c) Bir yanınıza dönüp yatarsınız
d) Bir kolunuzun üzerine yatarsınız
e) Kafanız yastık/Yorganın altında yatarsınız

10. Genellikle rüyanızda…

a) düştüğünüzü görürsünüz
b) kavga ettiğinizi görürsünüz
c) birini veya birşeyi ararsınız
d) uçarsınız veya yüzersiniz
e) genellikle rüya görmezsiniz
f) rüyalarınız hep iyi rüyalardır

PUANLAR

1. (a) 2 (b) 4 (c) 6
2. (a) 6 (b) 4 (c) 7 (d) 2 (e) 1
3. (a) 4 (b) 2 (c) 5 (d) 7 (e) 6
4. (a) 4 (b) 6 (c) 2 (d) 1
5. (a) 6 (b) 4 (c) 3 (d) 5 (e) 2
6. (a) 6 (b) 4 (c) 2
7. (a) 6 (b) 2 (c) 4
8. (a) 6 (b) 7 (c) 5 (d)4 (e) 3 (f) 2 (g) 1
9. (a) 7 (b) 6 (c) 4 (d) 2 (e) 1
10. (a) 4 (b) 2 (c) 3 (d) 5 (e) 6 (f) 1

Şimdi toplam puanınızı hesaplayın

60 PUAN ÜSTÜ

İnsanlar sizi dikkatli yaklaşılacak biri olarak görüyor.Others see you as someone they should “handle with care.” Kibirli,benmerkezli ve otoriter biri olarak biliniyorsunuz.İnsanlar size hayranlık duyabilir ve sizin gibi olmak isteyebilir fakat size her zaman güvenmezler ve sizinle içten bir ilişki kurma konusunda tereddüt ederler..

51 – 60 ARASI

İnsanlar sizi heyecan verici, havalı, etkin bir kişiliği olan, doğal bir lider, her zaman en doğrusu olmasa da çabuk karar alabilen biri olarak görüyor. Sizi herşeyi en az bir kez denemek isteyecek, risk alan, cesur ve maceraperest biri olarak görüyorlar. Yaydığınız bu elektrik yüzünden sizinle birlikte olmaktan hoşlanıyorlar…

41 – 50 ARASI

İnsanlar sizi canlı, güleryüzlü, eğlenceli, pratik, ilgi çekici, her zaman ilgi odağı olan ama her zaman dengeli biri olarak görüyor. Bunların yanında nazik, düşünceli, anlayışlı ve onları her zaman neşelendiren ve yardımcı olmaya çalışan biri olarak görüyorlar.

31 – 40 ARASI

İnsanlar sizi duyarlı, temkinli, dikkatli ve pratik biri olarak görüyor. Akıllı, yetenekli, ama mütevazi bir olduğunuzu düşünüyorlar .Çok çabuk arkadaş edinen biri değilsiniz fakat olan arkadaşlarınıza çok bağlı olan ve aynı bağlılığı karşıdan da bekleyen birisiniz. Sizi iyi tanıma şansına sahip olan biri, arkadaşalarınıza olan güveninizi kırmanın çok zor olduğunu ama bu güven kırıldığında da tamirinin eşit derecede zor olduğunu görür.

21 – 30 ARASI

Arkadaşlarınız sizi haddinden fazla titiz bir olarak görüyor. Çok temkinli, dikkatli ve ağır adımlarla yürüyen biri olduğunuzu düşünüyorlar. Tepkisel olarak bir ani reaksiyon vermeniz onları çok şaşırtır çünkü beklentikleri sizin herşeyi tüm açılardan dikkatlice değerlendirip sonra genelde karşıt bir karar vermenizdir. Bu reaksiyonun kısmen sizin temkinli doğanızdan kaynaklandığını düşünürler.

21 PUAN ALTI

İnsanlar sizi utangaç, sinirli, kararsız, arkasının toplanmasına ihtiyaç duyan, hiçbir sorumluluk almak istemeyen ve kararları hep başkalarına bırakan biri olarak görüyor. Kendi kendinize hiç yoktan üzüntüler yaratan birisiniz. Bazı insanlar sizi sıkıcı buluyor. Sadece sizi çok iyi tanıyan kişiler sıkıcı biri olmadığınızı biliyor

Platon'a iki soru sormuşlar. Birincisi ; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir ? "

Platon'a iki soru sormuşlar.

Birincisi ; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir ? "

Platon tek tek sıralamış :
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış ;

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır.

YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN İHANETE CEVABI

Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır.

Yavuz Sultan Selim sorar:

-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.

Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve
-Ver o kekliği bana! der.

Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:

-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!!

İhtiyarın KARPUZ Hikayesi (Kıssadan hisse)

 Gençliğin sırrı nedir?
Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış?
Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış.

"bu gençliğin sırrı nedir" diye.
İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya.

Ama sorular sık ve soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca
herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.
"Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş.

Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.

Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.

Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş.

"Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.."

Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş.

Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da :

" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka
getirir misin bir zahmet" demiş.

Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş.

"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş.
Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış .

Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş.

"Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??" Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış..

"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!"
Dedecik gülmüş.
"Efendiler" demiş
"O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne
taşıtttırıyorsun bana defalarca.) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum."

"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor
duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız."
demiş.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır..

Zevkli bir kadına rastlarsanız,ZEVKİNİZ,

bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ,

zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir.

Hayat kat kattır.

KÖR KADIN (ÖYKÜ)

Kadın her sabah olduğu gibi o günde beyaz değneği ve el yordamı ile otobüse binmişti.
Şoför : -Soldan üçüncü sıra bos hanımefendi, dedi. Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve esi oldukça yakışıklı bir hava subayı idi. Bundan birkaç ay önce yanlış teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti.
Genç kadın ameliyat sonrası göremiyordu ve asla göremeyecekti. Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermişti. Asla karisini yalnız bırakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayakları üzerinde durana kadar cesaret verecekti. Günler geciyordu. Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına
yük olduğunu düşünüyordu. Esinin bu içine kapanık, karamsar hali kocayı çok üzüyordu. Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu, karisi günden güne kendi içine kapanık dünyasında kayboluyordu. Bütün gün düşündü koca nasıl yardim edebilirim güzeller güzeli esime diye...

Birden aklına esinin eski isi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak aksam karısına konuyu açtı. Karisi dehşetle gözlerini açtı.
- Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı. Kocası ona destek olacağını her sabah ise onu kendisinin bırakacağını ve aksam alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi. Çünkü esini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu. Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü esini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu. Her sabah esini isine bırakıyor ve akşamları alıyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi; karisi eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocası daha fazlasını istiyordu, kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti. Aksam karısına:
- artık ise kendin gidip gelmelisin, dedi,. Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini toplayarak kabul etti. Aslında bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu. >Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek isine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladı hiçbir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, şoför :
- Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi. Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, "neden" diye sordu. Şoför,
- Çünkü her sabah sizin arkanızdan hava subayı genç bir adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşil ışıkta yolun karsısına geçmenizi bekliyor , siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor , dedi.
YAŞAMINIZDA HER ZAMAN ARKANIZDA DURACAK, VE SİZİ BİR ÖMÜR BOYU SEVECEK HAYAT ARKADAŞI BULMANIZ DİLEĞİYLE...

13 Haziran 2015 Cumartesi

Bir çocuktan anne babalara öğütler !

Bir çocuktan anne babalara öğütler !

Kevin Hickey henüz 15 yaşında bir çocuk ve Londra’daki “Guy's Hospital”ın çocuk psikiyatrisi servisinde yatıyor. Yapılan zeka ve kültür testleri Kevin'in aslında son derece aklı başında bir çocuk olduğunu ortaya koyuyor. Doktorları ise Kevin’in ebeveynlerinin kendisini eğitememeleri sonucu bunalım geçirerek hastaneye düştüğünü belirtiyorlar.

Kevin bir gün hasta yatağında kağıdı kalemi eline aldı.Bulunduğu durumu düşünerek yetişkinlere ve tüm eğiticilere hitaben 13 altın öğüt yazdı. Küçük Kevin'in yazdığı bu öğütler şimdi İngiltere'de tüm psikolog, pisikiyatrist, anne-baba ve öğretmenlerin bir numaralı rehberi.

İşte, bir çocuğun ibret alınması gereken ve asla unutulmamasını tavsiye ettiği kurallar:

- Beni şımartmayın, aslında her istediğim şeyi elde edemeyeceğimi biliyorum, sadece sizi deniyorum.

- Bana karşı kararlı davranmaktan çekinmeyin, bunu tercih ederim. Bu, benim kendimi daha güvende hissetmemi sağlar.

- Benim yanlışlarımı benimle uygun bir dille konuşarak kötü huylar edinmemi engelleyin. Bunların erkenden ortaya çıkarılmasında ve önlenmesinde size güveniyorum.

- Benim yanlışlarımı başkalarının önünde söylemeyin, benimle yalnız konuşursanız söylediklerinizi daha iyi anlarım.

- Sizden nefret ettiğimi söylediğimde üzülmeyin. Aslında sizden değil, doğru davranışları öğrenemeyeceğimi düşünerek kendimden nefret ediyorum.

- Herhangi bir olayın sonucunda beni kurtarmayın. Zor işlerden kaçmama fırsat vermeyin. Aslında bana acı vereceğini düşündüğünüz bu yollarla öğrenirim.

- Benim küçük hastalıklarımı büyütmeyin; bunları yenecek güçteyim.

- Düşüncesizce yerine getiremeyeceğiniz şeyleri yapacağınıza söz vermeyin. Bu sözler yerine getirilmediğinde çok kırıldığımı unutmayın.

- Kendimi istediğim kadar iyi anlatamadığımı unutmayın; bunun için ara sıra yanlışlarım olabilir.

- Dürüstlüğümü fazla zorlamayın; kolayca korkup yalan söyleyebilirim.

- Tutarsız olmayın. Bu, benim kafamı iyice karıştırır ve size olan güvenimi sarsar.

- Benden özür dilemeyecek kadar gururlu olmayın. Bazen içten bir özür beni size çok yakınlaştırabilir.

- Unutmayın ki büyümek için sizin anlayışınıza ve sevginize muhtacım, ama bunu size söylemem gerekmez değil mi?

BENİM REFERANSIM ALLAH' tır... KISSA

BENİM REFERANSIM ALLAH' tır...

"Birkaç yıl önce, bağlı bulunduğumuz Genel Müdürlük, dört arkadaşımla birlikte, beni bir ilimizde, memur statüsünde işçi almak üzere görevlendirmişti.
Sözünü ettiğim ilde on personel alacaktık ve bunlar il müdürlüğü bünyesinde görevlendirilecekti.
Biz beş arkadaş birleşerek, sözünü ettiğim ile gittik.
Önceden ayrılan bir misafirhaneye indik. İle gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk.
Beşimizin de kanaati oydu ki, hak edeni kazandıralım, siyasi ve diğer baskılara boyun eğmeyelim.

Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes bir referansla bizi rahatsız edecekti,
çünkü Türkiye'nin gerçeği buydu. Bunun için çok dikkatli davranıyorduk.

İle ikindi vakti gittik. İkindi namazını kılmak için tarihi bir cami olup olmadığını sorduk.
Biliyorduk ki bu ilimiz cami bakımından biraz fakirdi.
Tarihi bir cami olduğunu söylediler.
Beş arkadaş, arabamıza atlayarak oraya gittik.
Kimse bizi tanımıyor, zaten cami de şehrin biraz dışında.
İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boş.
Beşimiz de şadırvana oturarak abdest almaya başladık.
Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki, ayaklarımın önüne bir takunya kondu.
Bu takunyaları önüme kim bıraktı diye başımı kaldırınca,
yüzüme tebessümle bakan, yirmibeş yaşlarında bir gençle karşılaştım:

"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz; namaz kılana hizmet, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi. Gencin tebessümü, davranışı bizi çok etkiledi.
Sordum: "Sen kimsin? Adın nedir?"
"Adım Bilâl. Bu mahallede oturuyorum."
Bir an abdest almayı bırakarak, gençle ilgilenmeye başladım.
"Ne işle meşgulsün Bilâl?"
"Şimdilik işim yok. Ama inşallah yakında işe gireceğim."
"Nasıl olacak o?" dedim.
Yüzüne huzurun ve mutluluğun tebessümünü kuşanarak:
"Üç gün sonra bir devlet dairesinin müdürlüğünde sınavla adam alınacak.
Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah" dedi.
Arkadaşlarım da abdest alırlarken, Bilâl'le aramızda geçen bu diyaloğa kulak vermişlerdi.
"Peki Bilâl, bu zamanda işe girmek zor,
senin torpilin var mı?
Referansın kim?
İşe nasıl gireceksin?"
Bilâl'in o mütevekkil halini hiç unutamıyorum!
Hepimizin üzerinde bomba tesiri oluşturacak sözü söyleyiverdi:
"Benim referansım Allah (cc)'tır; ne güzel vekildir O.
Dün gece O'na dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"

Yâ Rabbi! Ne işe tutulmuştuk! Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim.
"Bilâl, baban yok mu?"
"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni."
Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu.
Bu, o kadar meydanda idi ki, kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
"Askerliğini yaptın mı?"
"Yaptım ya, hem de çavuş olarak."
"Evli misin Bilâl?" Bir anda gözleri yere düştü.
Yine o mütevekkil hâli bütün yüzünü kaplamıştı.
"He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez hemen düğünümü yapacağım!"
"Ama Bilâl, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki kazanmış gibisin!"
Gözlerini ufka dikti, daldı, sustu ve biraz sonra:
"Ben Rabbimi seviyorum, inanıyorum ki O da beni seviyor.
Seven sevene yardım etmez mi?"
Ona söyleyecek lâf bulamıyordum.

Allah, bizi kocaman kocaman (!) müdürleri,
Bilâl kuluna hizmet etmek için oraya göndermişti, adeta.
Kim müdür, kim garibandı?
Bilâl dilekçesini büyük makama verince,
melekler harekete geçtiler, daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte ona koşmaya başladılar; çünkü emir büyük makamdandı.
Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi?
Sormaya devam ettim:
"Bari Bilâl, evlenecek kız bulabildin mi?
Bu zamanda hem yetim, hem de işsize kim kız verir ki?"
Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi:
"Zor nişanlandım ya. Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, "Sözde Müslüman" değil,
hakiki mü'min. "Bu zamanda namazında-niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır" dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verecek inşallah."

Bilâl lise mezunuydu. Üçyüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçti.
Ve bizler, önümüze sunulan -Bakanlık dahil- tüm referansları bir kenara koyarak,
Bilâl'in referansını en öne koyduk.

Mülakât gününe kadar bizi göremedi.
Mülâkata girdiğinde karşısında bizi görünce birden şaşırdı, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü.
Sessizliği bozdum: "Bilâl, bizi tanıdın mı?" "Evet!" "Peki ne diyeceksin şimdi?"
Ağlamaya başladı. Çocuk gibi ağlıyordu.
İster istemez bizler de ona uyduk.
Hıçkırıklar boğazımızda düğümlenmişti. Bilâl, ellerini kaldırdı ve dua etmeye başladı:

"Ey Rabbim, ben niyazımı sana sunmuştum.
Hâlimi sana açmıştım.
Şimdi buradaki müdürlerime karşı mahcubum.
Ey Allah'ım, ben senden başkasından istememeyi istedim, yine de öyleyim."

Sessizlik odayı doldurmuştu.
"Ne olur bana izin verin çıkayım" dedi. "Peki Bilâl" dedik,
"Güle güle, Allah işini, aşını, eşini mübârek kılsın!"

OKUMADAN GEÇME ! YAŞANMIŞ ACI BİR OLAY ! 2 LİRA

OKUMADAN GEÇME ! YAŞANMIŞ ACI BİR OLAY !
2 LİRA
20 Haziran 2013 Perşembe
Günlerdir 2 demir lirayı elimde çevirip duruyorum.
2 Türk lirası…

Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız.
Para üstü olsa aldırmazsınız.
Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.
Hepi topu 2 lira….
6 Şubat gecesi Şanlıurfa’ya çok yağmur yağdı.
Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı; üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.
O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece…
Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti. Çoğu kadın ve çocuktu.
Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.
Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi’ne uçtu.
Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.
Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.
Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.
Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.
Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.
Zehra ve Hatun Kaya kayboldu.
Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.
Adları ilk kez haberlerde duyuldu.
Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı.
Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar.
Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı.
Sonuç alınamadı.
Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Çiftlikte süt sağımı işini yaptıran
müteahhit Celal Ulukaya gözaltına alındı.
Bu gözaltının nedeni, kurtulan işçiler konuşunca anlaşıldı.
Kazazedelerden Halil Ertuğrul 10 yıla yakın süre bu işi yapmıştı. Çiftlikteki sağım işinden günde 2 lira kazanıyorlardı.
Ertuğrul, “Niye çalışıyorsun o zaman” sorusuna kısa bir yanıt verdi:
“Mecburum. İş yok.”
Günde 2 liradan ayda 60 lira…
44 işçiyi Çırpı Deresi’ne sürükleyen, 11′ini yağmur sularından bir selde boğan ekmek kavgasının bedeli bu…
İşsizlik illetine düşmüş fukaraları “Hiç yoktan iyi” tesellisiyle kandıran müteahhitlerin ucuz işgücüne biçtikleri değer…
2 demir lira…
Günlerdir elimde çevirip durduğum 2 metelik…
2 paralık hayatların can pahası..
Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.
Hayat dersi niyetine . . .

12 Haziran 2015 Cuma

Selim’in, hayatındaki en büyük boşluk... öykü

Selim’in, hayatındaki en büyük boşluk...
2000 yılının aralık ayıydı. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.
“Evet çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme... alırdım.’ yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı?” dedim.
Anlaşılmış olmalı ...ki herkes sessiz bi
r şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada... Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. “If I were rich,
I would buy flowers for my mom.”
Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”
“Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”
Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim.
Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı.
“Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”
Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.
Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.
2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.
Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini...
Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını...
Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını...
Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim..

11 Haziran 2015 Perşembe

Can Yücel'in Göt Davası

Can Yücel'in Göt Davası
Yıllar önce gazetede yazmaya başlayan değerli şairimizin yazısında göt'ü g..t yazmayıp da aleniolarak göt yazdığı için soruşturma geçirerek tutuklanması ve sonra da beraat etmesi olayı.
hakim şaire sorar: -sayın yücel neden böyle yazdınız? biliyorsunuz ki bu tür kelimeleri yazmak yasaktır ve suçtur.
Can Yücel
- valla hakim bey bizim köyde göte göt derler de ondan.
olayın aslı biraz daha teferruatlıdır. şöyle ki; Can yücel, mahkemedeki sözlü savunmasını 'bizim köyde göte göt derler' diye bitirir evet, ancak öncesinde bir de fıkra anlatır mahkemede
Köyün birinde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler. Koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. Köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler. köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, "biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey" felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler. muhtar döner, ama arkasına: "makattan verin dedi dohtor" der.Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine. hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. Son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine kimse aramak istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: "çok kızacak dohtor çok!" diye.
Sonunda telefonu açar, durm anlatır, doktor bişeyler söyler yine. Telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
"çok kızacak demiştim ben size; götüne sokun dedi"

4 Haziran 2015 Perşembe

Düşmanını Kendi Silahı İle Vur (Kıssadan Hisse)

Adamın biri Afrika´da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.
- Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpekcik…
Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş:
- Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:
- Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş leopar…
Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş.
Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar, köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna, “atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” demiş.
Az önceki yerde bekleyen minik köpek, bakmış kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış. Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.
Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:
“Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok!”
DİPLOMASİ DENEN ŞEY BU…
Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile vur…