Bu Blogda Ara

25 Haziran 2014 Çarşamba

Para pul da önemli ama, en lüzumlu olanı akıl ve ruh sağlığı. Yaşanmış hayat hikayeleri

İstanbul’dan Dr. Müşerref Görgan’ın Darülaceze ile ilgili birkaç anekdotu, halen yüzlerce kimsesiz ve yaşlıya hizmet vermeye çalışan bu gözde kurumu ve içersinde yaşayan insanların dramını da dile getiriyor...
“Darülaceze, bilindiği gibi, bakıma ve korunmaya muhtaç genç yaşlı ve çocuklar için 110 yıl önce, 2. Abdülhamit Han tarafından yaptırılmış bir şefkat bakımevi. Aynı zamanda bir hastane...
Doktor olarak on yıl çalıştım orada... Bin kişiyi barındıran bu yerde her gün bir hikâye, her gün bir roman yazılabilir. Kimler gelmiş kimler geçmiş bir bilseniz... Nice sanatkârlar... Nice saraylılar... Yalılarda ömür geçirmiş hanımefendiler... Beyler, paşalar...
Herbirinin bahçede gezişleri, hal ve hareketleri, tavırları, giyim kuşamları özenli... Fakat yaş ilerledikçe beyin fonksiyonları değişiyor... Yani çeşitli kademelerde bunama...
Nöbetçi olduğum bir gün kamelyada oturuyordum. Bahçe çok geniş ve ağaçlar yüz yıllık... Başörtülü bir hanım selam verip yanıma oturuyor. Şurdan burdan konuşuyoruz. Sözleri anlamlı. Birdenbire telaşlanıyor:
-Ay, akşam oldu. Beyim gelmiştir. Hemen eve dönmeliyim.
Koşarak, 2. dairedeki odasına gidiyor. Aslında ne ev var, ne koca. Zaten oraya gidinceye kadar kocasını unutmuştur bile...
Bahçede dolaşan iyi giyimli bir başka hanımefendi var. Kanepeye otururken altına hep bir örtü serer. Yaşı çok ileri. Belki seksenin üzerinde. Bembeyaz bakımlı elleri, pürüzsüz bir cildi var. Çocukluğu Yıldız Sarayı’nda geçmiş. Çerkezlerden onu alıp saraya getirmiş, eğitmişler. Ailesine de maaş bağlamışlar. Sonraları sultan hanımın hizmetine girmiş. Biz bayan doktorlar ona sorardık:
-Acaba sarayda ne yiyip ne içiyorlardı?
Onun yiyip içmekle sorunu yoktu. Derdi ki; “Omuzlarında iplere asılı tepsilerle hizmetliler yemekleri getirirlerdi. Bizler belimiz ince kalsın diye bir iki lokma ile açlığımızı giderirdik”
Bahçede dimdik yürür, öyle herkesle konuşmaz, ara sıra müdürümüz sayın Hilmi Şener’in makamına çıkar, sohbet eder, bir kahve içerdi. Konuştuğu kimselerden biri de bendim. Fizik tedavi bölümüne gelir, bazı isteklerde bulunurdu.
-Dr. Hanım lütfen kızıma telefon eder misiniz? Deyiniz ki, “Darülacezede yatacak yer kalmadı Annenizi kapının önüne koyduk. Gelin onu alın!”
Veya bir başka gün gene odama gelir, “Benim siyah mantom kayboldu. Sizin dolabınıza bakabilir miyim?” derdi. “Tabii, bakın” derdim. Bakar, “Yokmuş” der, gider; bir saat sonra “İyi bakmamış olabilirim, bir kere daha bakabilir miyim?”der, tekrar bakar “Yokmuş” der giderdi... Sanki bir küçük çocuk oyun oynardı bizimle...
Bir gün kızı geldiğinde sordum:
-Annenizi buraya niçin yatırdınız ki?
Kadıncağız, “Vallahi ben ondan çok hastayım. Ben ondan önce öleceğim galiba” demişti. Öyle de oldu... Fakat niçin annesini buraya yatırdığını da şöyle anlatmıştı:
-Kocam emekli oldu. Evde annemin dırdırından da çok rahatsız oluyordu. Bir gün kocama ne dese beğenirsiniz, “Damat damat!.. İnşallah gözün kör olsun e mi!”
Tesadüf bu ya, emekli damat Florya’ya yüzmeye gidiyor. Sırt üstü yüzerken, genç bir yüzücü de, gözleri kapalı olarak ondan tarafa yüzüyor. Aniden parmağı damadın gözüne gelerek gözünü kaybetmesine sebep oluyor. Damada takma göz takılıyor. Kayınvalide gene bir gün birşeye kızıp, “İnşallah öbür gözün de...” diye başlayınca adamcağız dayanamıyor. Diyor ki: “Ben de yaşlandım. Ona ayrı bir ev tutalım, bir de bakıcı.” Kayınvalide kendisine tutulan o evde oturmak istemeyince, gönlünü ederek Darülacezeye getirip yatırıyorlar.
Orada 10 yıl yaşadı. Torunlarından Amerika’dan, Almanya’dan gelen mektupları bana okutur, “Annemden geliyor bu mektuplar. Beni buradan çıkartın, bana annem bakar” derdi.
Para pul da önemli ama, en lüzumlu olanı akıl ve ruh sağlığı. Allah encamımızı hayreylesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder