Bu Blogda Ara

7 Ekim 2013 Pazartesi

MUTLU EVLİLİK Kıssadan Hisse

 İlker beye tekrar teşekkür ediyoruz, bu güzel gönderilerinden dolayı...

TC İlker Tekiner
  • Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters
    ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani
    kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat
    temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. 'Sapa sağlam
    adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir'
    diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.
    Alaycı bir ses tonuyla:
    - Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.
    - Hayır çikolata parası lazım!
    Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.
    - Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
    - Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı
    yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.
    Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini
    anlayamamıştı.
    - Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canı nız?
    - Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
    - Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı
    mısın?
    - Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona
    çikolata götürmek istiyorum.
    - Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
    - O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca
    ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde
    mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.
    Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla
    kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da
    binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu
    rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı.
    Dalgalar sıkıntısını alıp
    götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa
    gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.
    Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. 'Acaba söyledikleri
    gerçek mi, yoksa uyduruyor mu' diye düşündü.
    - Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?
    Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus
    cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
    - Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam
    yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir
    iş bulamadım.
    Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
    - Oturun biraz dertleşelim bari, dedi.
    Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
    - Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
    - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi
    karınlarını doyururlar.
    - Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
    - Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
    - Hımmmm. Aşk, hem de otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu!
    Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan
    bahsediyorsun.
    - Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
    - Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı?
    Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş
    gibisin.
    - Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
    - Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı
    yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim.
    Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım.
    Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu
    değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi
    mutsuz eden?
    - Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim
    karım her şeyim.
    Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı
    paylaştığım insandan daha
    değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada?
    Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir
    şey olan.
    - Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden
    şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
    - Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu
    hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün
    çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz.
    Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak
    mutlu olur.
    - Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?
    - Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona
    benim için ne kadar
    değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
    - Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
    - Küçük kızı severek.
    - Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
    - Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir
    küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu
    edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
    - Nasıl yani ?
    - Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün.
    Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel
    olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi
    davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı
    hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak
    isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler.
    İltifata doymaz küçük kızlar.
    Öyle değil mi?
    - Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Ebru Her akşam
    boynuma sarılır 'babacığım beni ne kadar seviyorsun?' diye sorar.
    Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda 'Baba güzel olmuş muyum?'
    diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. ' Harikasın
    prenses gibi olmuşsun' demeliyim. Dünyanın en güzel kızı
    demeliyim.
    - İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben
    elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda
    seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya
    devam edeceğim. Ona 'bebeğim' diye hitap ediyorum çok
    hoşuna gidiyor. 'Bebeğim bana bir çay yapar mısın?'
    dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
    - Hiç kavga etmezmisiniz siz?
    - Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp
    barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır.
    Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.
    - Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
    - Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye
    utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız
    mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu
    etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha
    sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar.
    Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk
    kırılırlar. Çok narindir
    onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları
    severler.
    - Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim
    bilmiyorum. Bazen
    işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
    - Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın
    en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o
    küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın.
    Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti
    gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu
    olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu
    etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen
    biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.
    - Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.
    - Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama
    kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar
    verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi.
    Ama
    hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına
    sevgini katmazsan hediyenin
    bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük
    kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir
    zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman
    aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık
    alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman
    ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise
    gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu.
    Adam ayağa kalktı.
    - Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git
    evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp
    duruyordur.
    - Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
    - Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
    Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
    - Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.
    Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta
    götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evinin yolunu
    tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en
    sevdiği meyvelerden aldı.
    Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş
    su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa
    döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu.
    - Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.
    İnci hiç konuşmadı.
    - Sorsana 'niye' diye.
    İnci kızgın kızgın:
    - Niye? Diye sordu.
    - Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek,
      dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün
    ifadesi yumuşamıştı.
    - Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
    - Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın.
    Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu
    beklediğim istediğim bir şeydi. 'bak senin sevdiğin meyveleri
    aldım'
    Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak
    gönlümü alamazsın.
    - Özür dilerim seni kırdığım için.
    Sonra Bülent yere diz çöktü.
    - Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni
    delice seven bu adamı senden mahrum etme.
    - Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik
    görünüyordu.
    İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
    - Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara
    katlanabileceksin, dedi.
    Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde
    sakladığı küçük kızı gördü.
    Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder